//-->

www.ekolobi.tr.gg -- Türkiye'nin yeni ekonomi portalı ! Ekonomi burada nefes alıyor..Ekonomi ile ilglinenlere duyurulur

Ekonomide Kavramlar

Ekonomide Kavramlar
Ekonomi de kullanılan , sık sık karşınıza çıkan, yalnız anlamını bir türlü tam olarak bulup öğrenemediğiniz tam 110 adet kavramla karşınızda olacak..

Açıklaması bulunan kavramlar:
Açık Bono Açık Pozisyon Aciyo Adi Çek Adi Hisse Senedi
Adi Senet Agroekonomi Ajur Akreditif Alonj
Anatosizm Ankes Ankonsinyasyon Antrepo Apel
Aracı Kurum Arbitraj Arz-Talep Dengesi A Grubu Hisse Senetleri Banka
Bilanço Boom Stockbroker Büyüme Deflasyon
Defter Değeri Üretim Faktörleri Devalüasyon Devlet Bütçesi Dividant (Kar Payı)
Döner Sermaye Döviz Durgunluk Efektif Döviz Kuru Ekonomi Kavramı
Emisyon Enflasyon Esnek Kur Sistemi Euro-Bond Piyasası Faiz
Üretim Faktörleri Füzyon Teminat Mektubu Gelişmekte Olan Piyasalar Gayri Safi Milli Hasıla GSMH
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Halka Arz Hazine Bonosu Hedging Holding
İmtiyazlı Hisse Senedi İstihdam İthalat Toplam Kalite Yönetimi Kambiyo Senedi
Karaborsa Karın Senetle Dağıtımı Kartel Kamu İktisadi Teşebbüsleri Konsolidasyon
Konsolide Bütçe Konvertibl Tahvil Küreselleşme Kuruş Laffer Eğrisi
Limited Şirket Makro Ekonomi Mali Bilanço Maliye Politikası Merkez Bankası
Mikro Ekonomi Milli Gelir Monopol (Tekel) Muhasebe Nominal Döviz Kuru
Ödemeler Bilançosu Off-Shore Bankacılık Oligopol Para Piyasası Para Politikası
Piyasa Kavramları Portföy Resesyon Revalüasyon Sabit Kur
Safi Hasıla Standart Sapma Serbest Piyasa Sermaye Sermaye Artırımı
Sermaye Sistemleri Spekülasyon Stagflasyon Stand-by Kredisi Stand-by Teorileri
Stopaj Sürekli Enflasyon Taban Fiyatı Takasbank Tedavül
Temerrüt Tröst Üretim Vadeli Borsa İşlemleri Vadeli Kur
Yabancı Sermaye Yabancı Sermaye Accepting House Açığa İmza Açık Bütçe Politikası

 

Accepting House

İngiltere'de bazı büyük firmalar geçmiş yüzyıllarda taşralı ve yabancı müşterilerinin senetlerine gerektikçe bir komisyon karşılığı kefil olurlardı. Bu işlemler, zamanla önem kazanmış ve kabul kredisi terimi doğmuştur. 19. yy'da kabul kredisinde uzmanlaşan ve yalnız kredi aletlerini garanti ederek faaliyetini sürdüren firmalara accepting house denilmiştir.

Accepting house güvencesine dayanan çekler, poliçeler ve benzeri senetler, dünyanın neresinden gelirse gelsin, Londra piyasasında itibar görmüştür. Büyük Britanya'da, Commonwealth'de ve öbür ülkelerde çalışan firmaların bir accepting house imzasıyla desteklenmiş senetlerini mevduat bankaları tercihen iskonto etmişlerdir. Accepting house'lardan bazıları 20. yy'da merchant banker statüsüne geçmişlerdir. 1976'da Londra'da 18 accepting house vardı. Accepting Houses Committee denilen bir organ, hem bu firmalar arasında, hem de bu firmalar ile Hazine ve Bank of England arasında koordinasyon sağlamaktaydı.

 

Açığa İmza

Bir senet veya belge metninin tamamen veya kısmen yazılmasından önce ilgililere imzalatılmasıdır. Mali portesi, vadesi ya da ödeme koşulları sonra yazılmak üzere açık bırakılarak sözleşme imzalanmasına, iş hayatında rastlanabilir. Yahut sözlü anlaşma yapıldıktan sonra, taraflardan biri boş kağıdı imzalayıp diğer tarafa tevdi edebilir.

Açığa imza, karşı tarafa mutlak güven beslendiği ya da zorunluluk nedeniyle başka türlü harekete imkân bulunmadığı durumlarda söz konusu olabilir. İlkel psikolojili kişilerin gösteriş arzusu veya sorumsuz zihniyet etkisi altında açığa imza verdikleri de, tatbikatta görülmüştür.

 

Açık Bütçe Politikası

Devletin ekonomik durgunluğu ve işsizliği önlemek üzere bütçe açığını bir ekonomi politikası aracı olarak benimsemesidir. Açık veren ya da ekonomik politika çerçevesinde açık verdirilen bütçede kamu harcamaları ile normal devlet gelirleri (vergi, resim, harç, vb. ) arasındaki fark borçlanma ile karşılanır. Dolayısıyla munzam harcama karşılığı borçlanma olmaktadır. Borçlanma yolu ile devlet harcamalarının ekonomik etkileri, borcun kimlerden alındığına bağlı olarak değişiklik gösterir.

Borçlanma Merkez Bankası'ndan yapılıyorsa, bu emisyona, munzam para arzına yol açar. Merkez Bankası'ndan alınan borç ödenmeyebilir. Özel ekonomi birimlerinden yapılan borçlanmanın vadesi geldiğinde ödenmesi gerekir. Devletin özel ekonomi birimlerinden yaptığı borçlanma, ana paranın ve faizinin geri ödenmesi dolayısıyla gelir dağılımını değiştirmektedir. Klasik iktisatçılar denk bütçe yanlısıydılar. Bunun sebebi ekonominin kendi mekanizmaları sayesinde her zaman dengeye geleceği konusundaki inançlarıydı. Bu iktisatçılara göre ekonomik durgunluk ve işsizlik arızi durumlar olup, devletin müdahalesi gerekmeden düzelebilir.

Devlet bütçesinin açık vermesi ise ekonominin normal işleyişine bir müdahale, dengeyi bozucu bir husus sayıldığından, kesinlikle benimsenmemekteydi. 1920'lerin sonuna rastlayan büyük Dünya Ekonomik Krizi , klasik iktisatçıların yanıldıklarını göstermiştir. Ancak teorik açıdan ekonominin neden kendi kendine dengeye gelemediğinin ispatlanması için J.M. Keynes'in Genel Teori adlı eserini beklemek gerekmiştir. Keynes bu eserinde getirdiği yeni kavramlar ve analizi ile bir ekonominin düşük istihdam seviyesinde de dengeye gelebileceğini ispat etmiştir.

Durgunluk ve işsizliğin yaygın olduğu, kapasitenin kullanılmadığı bir ekonomide munzam harcamalar yapılarak gelirlerin artırılması gerekir. Bu munzam harcamaların yapılması ise devlete düşmektedir. Devlet Merkez Bankası'ndan ya da özel ekonomi birimlerinden elde ettiği parayı harcadığında, bu harcamanın ekonomi üzerinde canlandırıcı bir etkisi olmaktadır. Devletin yaptığı munzam harcama vasıtası ile gelir yaratılması ve sağlanan canlanma, yapılan ilk harcamaların çok üzerinde olmaktadır ki, bu olguya 'çarpan etkisi' denir.

Açık bütçe politikası ya da borçlanma karşılığında harcama yapılarak ekonominin canlandırılmasını, normal kamu gelirlerinin yetersizliğinden dolayı bütçe açığı meydana gelmesinden ayırmak gerekir. Açık bütçe politikası, iktisadi durgunluk ortamında bilinçli olarak uygulanan bir politikadır. Oysa hükümetler, vergi sistemlerinin yetersizliğinden dolayı, öngörülen harcamaları karşılamak üzere tam çalışma ve hatta enflasyon ortamında bile açık finansman yoluna gitmektedirler.

Günümüzde çok görülen bu husus enflasyonu büsbütün körüklemektedir. Son yıllarda dünya ülkelerinde gözlenen ekonomik bunalım çeşidi, 1920'lerdeki büyük depresyondan farklıdır. Büyük depresyonda üretimin düşmesinin yanı sıra fiyatlar ve gelir düzeyi de düşmekteydi. Oysa günümüzde üretim düşmesine, işsizliğin artmasına rağmen fiyatlar yükselmeye devam etmektedir ki, bu duruma "stagflasyon" adı verilmiştir.

Stagflasyon ortamında ekonomiyi canlandırmak için açık bütçe politikasına başvurulursa şiddetli bir enflasyonla karşılaşılır. Bu nedenle açık bütçe politikası yerine bunun tam zıddı olan sıkı para politikası uygulanmaktadır. Sıkı para politikası enflasyonu frenlemekle beraber, durgunluğu büsbütün artırmaktadır. Bu nedenlerle, durgunluk ve enflasyonun bir arada olduğu bir ortama hangi ekonomi araçlarıyla müdahale edilmesi gerektiği kesinlik kazanmamıştır.


Açık Bono

Bir kıymetli evrak olan bononun taşıması gereken unsurlardan birisi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadinin bulunmasıdır. Bu nedenle belirli bir miktar ödeme vaadi taşımayan bonolar geçerli değildir.


Ticari hayatta çeşitli nedenlerle bononun taşıması gereken diğer unsurları taşıyan, ancak ödeme vaadinin miktar (para) kısmı boş bırakılan bonolar düzenlenebilmektedir. İşte para kısmı ileride doldurulmak üzere boş bırakılarak düzenlenen bonolara açık bono denir.

Tarafların anlaşmalarına ve hüküm bağladıkları olayların gerçekleşmesine göre, açık bononun para kısmı doldurularak şekli unsurları tamamlanmaktadır.


 

Açık Pozisyon

 Vadeli piyasa işlemlerinde fiyat değişikliğinden zarara uğrayabilecek bir alıcı veya satıcı açık pozisyondadır. Bir örnek verelim: 7 aralık tarihinde Zürih'te bir ay vadeli dolar kuru 1,5 frank olsun. Bir kambiyo operatörü, bir ay vade ile 1 milyon dolar satsın. Vade tarihine değin dolar kuru 1,7 franga yükselirse, kambiyo operatörünün zararı 200 bin frank tutacaktır.

Doların yükselme olasılığını göze alarak 7 Aralık'ta vadeli satış yapan bir kambiyo operatörü açık pozisyondadır. Dolar kurunun yükselmesine karşı korunmasızdır. Vadeli satış yaparken bir risk altına girmiştir. Vadeli piyasada alım veya satım yapanlar, açık pozisyon riskini "hedging" denilen bir yöntemle önleyebilirler.


 

Aciyo

Bankaların, yaptıkları işlemler üzerinden aldıkları faiz. Bankacılık ve borsada önceleri, madeni paraların itibarı değeriyle gerçek değeri arasındaki fark olarak tanımlanırdı. Daha sonra bir ticari senedin, üstünde yazılı değeri ile senet kırdırıldığı takdirde banka tarafından ödenen miktar arasındaki fark olarak ele alındı. Günümüzde iskonto koşullarıyla eş anlamlıdır; iskonto, posta masrafları ve komisyon bedelinden oluşur.

Anonim ortaklıkların pay senetlerinde ve tahvillerinde aciyo, pay senetlerinin ya da tahvillerin ortaklıkça gerçek değerden fazla bir değerle satılmaları durumunda, gerçek değerle satış fiyatı arasındaki olumlu farktır. İhraç primi olarak da adlandırılır.


 

Adi Çek

Çizgili ya da bloke olmayan çek anlamını taşımaktadır. Adi çek, açık ve basit bir ödeme emri niteliğinde olup çizgili ya da bloke çeklerden ödeme biçim ve yöntemi açısından ayrılır. Adi çekin bedeli, ibraz anında karşılığının bulunması koşuluyla nakden ve hesaben ödenebilir.

Karşılığının olup olmadığının bilinmemesi açısından bloke çekten (bloke çekte karşılık garanti edilmiştir), hem nakden ve hem de hesaben ödenebilmesinden dolayı da çizgili çekten (çizgili çek yalnızca hesaben ödenir) faklıdır.


 

Adi Hisse Senedi

Yasada kullanılan bir terim olmayıp, uygulamada imtiyazlı (ayrıcalıklı) hisselerin karşısında yer alan payları ifade etmek üzere benimsenmiş bir kavramdır. Ticaret Kanunu'nun 401. maddesinde, esas sözleşme ile bazı tür hisse senetlerine k›r payına ya da tasfiye artığına katılma gibi "sair" hususlarda ayrıcalık tanınabileceği kabul edilmiştir.

Gerçekten de anonim ortaklıkta bazı paylar sahiplerine diğerlerine oranla daha fazla oy hakkı verebilir ya da örneğin, ortaklık tesislerinden yararlanma olanağı sağlayabilir. İşte bu durumda üstün hak sağlayan paylara imtiyazlı, diğerlerine adi hisse (payı temsil etmek üzere senet çıkarılmışsa adi hisse senedi) adı verilir.

Ancak, adi pay-imtiyazlı pay ayrımı bazen yanılgılara yol açabilir. Çünkü bir anonim ortaklıkta bir grup hisse senedi örneğin, kârdan, diğer grup hisse senedi ise tasfiye artığından yararlanmada üstün hak sağlıyorsa, artık ayrıcalıklı hisseden değil, değişik haklar veren pay gruplarından (pay kategorilerinden) söz etmek doğru olur.


 

Adi Senet

Resmi bir makam ya da memur katılmaksızın, taraflarca özel biçimde hazırlanan yazılı belgelerdir. Adi senetlerde yazı kısmı el ile ya da makine ile hazırlanmış olabileceği gibi daha önceden basılmış da bulunabilir.

Adi senedin borçlu tarafından imzalanması gerekir. İmza atamayanlar senedi mühürleyebilecekleri gibi, parmak izi ile de işaretleyebilirler. İspat açısından adi senede pul yapıştırılması ya da tarih atılması önemli değildir. Fakat imza ve mühürün senet metninin yazılmasından sonra konulması ve yapılacak ekler ile kazıntı ve silintilerin ayrıca imzalanarak onaylanması gereklidir. Aksi takdirde senet geçersiz sayılabilir. (Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, mü 297, 298)

Adi bir senedin geçerliliğine hükmedilebilmesi için, bir belgenin kendisine izafe olunan kişi tarafından imzalanmış olunması gerekir. Bir kişi senedi imzalamadığını ileri sürer, yani imzasını inkâr ederse, aksini ispat etmek diğer tarafa düşer. Yargıç kararını verirken gerekirse tarafları da dinler ve imzasını inkâr edenle karşılaştırma yapabilmek amacı ile yazı yazdırabilir. Bunlardan da bir sonuç alamazsa bilirkişi incelemesi yaptırabilir ve tanık dinleyebilir.

Bir senedin imzası ikrar (kabul) olunmuş ya da mahkeme tarafından ilgili kişiye ait olduğu saptanmışsa, bu artık onu imzalayan ile "külli halefi" hakkında hüküm ifade eder; üçüncü kişilere karşıysa hüküm doğurmaz.

Bir senet kendisine ibraz olunan noter ya da diğer bir yetkili memur tarafından onaylanmışsa ibraz tarihi ya da imza edenlerden birinin ölümü tarihi veya imza etmesine engel olan olayın gerçekleşme tarihi veya o senedin resmi bir işleme esas alındığı tarih, üçüncü kişiler hakkında da hüküm ifade eder.

Bu tür senetlerde, sözü edilen diğer senetlerin tarihleri üçüncü kişiler hakkında ancak son senet tarihinin onaylanmış sayıldığı tarihten itibaren hesaplanır. Fakat ibrayı ve kabzı gerektiren adi senetlerle tüccarların ticari işlemleri hakkındaki senetlerin, yukarıdaki usule göre resmiyet kazanmamış olması durumunda bile üçüncü kişilere karşı geçerli sayılacağı kabul edilmiştir. Bununla beraber bunun aksi ispat olunabilir. (Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, m.300)


 

Agroekonomi

Fransızca'dan dilimize geçen kavram, agro ve economie sözcüklerinin birleşmesinden doğmuştur. Agro sözcüğü, "tarım bilimi" anlamına gelen agronomienin kısaltılmış şeklidir.

Agroekonomi, ekonomi biliminin tarım alanına uygulanmasıyla ortaya çıkmış bir bilim dalıdır. Türkiye'de iktisat fakültelerinde ve ekonomi bölümlerinde bağımsız Tarım Ekonomisi ya da Tarımsal Ekonomi dersleri, programlarda yer almaktadır.

Tarımsal üretim ve dağıtımın dünya düzeyindeki dengesizliğinin sürmesi, agroekonomi alanındaki çalışmalara ilginin giderek artmasına yol açmaktadır. Bu alandaki bilimsel çalışmalar, disiplinler arası yakınlaşmayı ve işbirliğini zorunlu kılmaktadır.


 

Ajur

Dilimize Fransızca'dan geçen bu terim, günü gününe, hazır, gecikmesiz anlamına gelir. Ajur, bir terim olarak, muhasebe açısından günlük işlerin yapıldığını ve bitirildiğini, kayıtların günü gününe defterlere geçirilmiş olduğunu ifade eder. "Defterimiz ajur", "kayıtlarımız ajur" ifadelerinde olduğu gibi.


 

Akreditif

İhraç edilen malların bedelleri genellikle akreditif denilen kredi mektupları aracılığıyla yapılır. İthalatçı firma, kendi bankasına emir vererek, almayı kararlaştırdığı malın karşılığını, ihraç eden firmanın bankasına bir ödemeyi taahhüt ettiğini bildirir. İşte bu taahhütün yapıldığı belgeye "akreditif" ya da "kredi mektubu" denir.

Bu şekilde ihracatçı firma malı ihraç ettikten sonra, ödemenin yapılacağını garanti etmiş olur. Kredi mektubunda, ihraç edilecek (ithal edilecek) malların özellikleri ve diğer koşullar da esasa bağlanabilir. Örneğin, ihraç sırasında hazırlanacak ve ithalatçı firmaya gönderilecek menşe şahadetnamesi, ambalaj şekli, malın kaç partide ve hangi aralıklarda gönderileceği kredi mektubunda belirtilebilir.


 


Bu durumda kendi bankası, belirtilen hususlara uymaması halinde, ödemenin garanti edilemeyeceğini belirterek ihracatçıyı uyarır. İhracatçı, malı ihraç ettikten sonra, akreditifte belirtilen hususları yerine getirdiğini kendi bankasına belgeler. Banka bunları ithalatçının bankasına ulaştırır. Bu şekilde uyuşma sağlandıktan sonra kredi mektubunda yazılı karşılık satıcının bankasına transfer edilerek ödeme gerçekleştirilir.

Akredif geri çevrilebilir (kabili rücu) ya da geri çevrilmeyen (gayri kabili rücu) olmak üzere iki şekilde açılabilir. Geri çevrilebilen akreditif türünde, ihracatçı firmaya herhangi bir uyarıda bulunulmaksızın açılan kredinin durdurulabileceği ya da koşullarının değiştirilebileceği taraflarca kabul edilmektedir.

Bu tür akreditif satıcı firmaya yeterli güvence sağlamadığı için fazlaca benimsenmez. Geri çevrilemeyen mektup türü daha fazla kullanılan türdür. Satıcı firma belli koşullara uyduğu takdirde mektubun iptal edilemeyeceği ya da değiştirilemeyeceği taraflarca bilinir.

Alonj

Bir şeyi uzatmak için yapılan ilavedir. Kambiyo senetlerinin (poliçe, bono, çek) arka yüzüne yapılacak işlemler için yer kalmadığı zaman, senede uzunlamasına eklenen kâğıda alonj denmekte ve alonj üzerinde yapılacak her türlü işlem senedin arkasına yazılmış sayılmaktadır.

Bu terim dilimize Fransızca'daki okunuş şekliyle girmiştir. Kambiyo senetlerinde cironun alonj üzerinde yapabileceği gibi aval şerhinin de alonj üzerinde yazılabileceği Türk Ticaret Kanunu'nun 595, 613, 690 ve 730. maddelerinde öngörülmüştür.


 

Anatosizm

Eski Yunanca'daki ana ve tokos sözcüklerinin bileşimidir. Ana "yineleyen-doğurgan" demektir. Tokos, "faiz"dir. Anatosizm, "faizin faiz doğurması" anlamındadır.

Anatosizm, faizin hesap dönemi sonunda anaparaya eklenerek işletilmesidir. Bir başka deyişle, faizin kapitalizasyonudur. Bileşik faiz yönteminin işletilen paraya uygulanmasıdır.


 

Ankes

Taahhütleri karşılamak üzere bulundurulan nakit rezervdir. Türk bankacılık uygulamasında ankes oranı disponibilite oranından farklı anlamda kullanılmakta ve disponibilite oranından daha dar bir likidite nispetini ifade etmektedir.

Disponibilite kapsamına kasa mevcutları yanında T.C. Merkez Bankası nezdinde tutulan serbest tevdiat, Devlet İç İstikraz Tahvilleri, kullanılmamış reeskont kredileri gibi bazı aktif değerler de dahil olurken ankes durumu daha ziyade sadece banka kasasındaki nakit imkânı kapsamına almaktadır.

14.1.1970 tarih ve 1211 sayılı T.C. Merkez Bankası Kanunu'nun 40. maddesi (6.12.1984 tarih, 3098 sayılı Kanun ile değiştirilen şekli) ile bankaların taahhütlerine karşı bulunduracakları umumi disponibilitenin nitelik ve oranının gerektiğinde T.C. Merkez Bankası tarafından tespit edilmesi kararlaştırılmıştır.

Faaliyetteki bankalar tespit edilen oranlara uymak zorundadırlar. Buna uyulmaması durumunda, T.C. Merkez Bankası, disponibilite oranını eksik tesis eden bankalara eksik tesis olunan disponibl değerler üzerinden, bu hususta belirleyeceği esas ve şartlara göre cezai faiz tahakkuk ettirir. "ltın ankesi" merkez bankalarının emisyona karşılık olarak bulundurdukları kıymetli maden rezervidir.


 

Ankonsinyasyon

Malın, komisyon karşılığında, komisyoncuya ya da tüccara bırakılması anlamına gelir. Mallar satılıncaya kadar vedia akti hükümleri uygulanır. Malları emanet alan kimse bunları kendi adına ve malı bırakan kişi hesabına satar. Bazen bir işletmenin acentesi de, işletme tarafından verilen malları ankonsinyasyon alır ve hatta bir miktar para da öder. Mallar satılınca hesaplaşılır ve komisyonunu alır.

İhracat sisteminde, konsinye satışlarda, yani kesin olarak satış yapılmadan komisyoncuya mal gönderilmesi hallerinde, minimum fiyatın satıcıya garanti edilmesi aranır. Minumum fiyatla satış fiyatı farkından giderlerin düşürülmesinden sonra kalan tutar, komisyoncu ile satıcı arasında paylaşılır. Bundan ötürü bu işlem, "ortak hesap ile satış" şeklinde nitelendirilir.


 

Antrepo

Gümrük vergisine ya da yalnız gümrük kontrolüne tabi malların ülkeye giriş, transit veya aktarma için beklemesine ve bu bekleme anında belli işlemlerin yapılmasına izin verilen yerlerdir.

Antrepoya giriş, bir vergi yükümlülüğünü kapsamamaktadır; ayrıca malların antrepoya girişteki şekil ve niteliğinin korunması zorunluluğu da söz konusudur. Bu özellikleri nedeniyle antrepo bir gümrük dışı bölge ya da sınırlı bir serbest yer sayılmaktadır.

Belirli bir gümrük rejiminin uygulama aracı ve yeri olan antrepolar, tüm giriş mallarına açık tutulur. Ülkemizde de, girişi ve transit geçişi yasak olmayan yabancı ülkelerin malları antrepo rejiminden yararlanır.


 

Apel

"Ödeme çağrısı" demektir. Anonim ortaklıklar tek borç ortaklığıdır. Başka bir deyişle, pay sahibinin tek borcu vardır, o da taahhüt edilen pay bedelini ödemektir. Kuruluşta ya da sermaye artırımında nakdi sermaye taahhüt olunmuşsa, esas sözleşmeyle ya da genel kurul kararıyla daha yüksek bir oran saptanmadığı takdirde, pay bedelinin dörtte birinin hemen ödenmesi gerekir.

Ticaret Kanunu'nun 406. maddesi uyarınca, esas sözleşmede başka bir hüküm bulunmadıkça payların bedeli pay sahiplerinden ilan yoluyla istenir. Pay bedelinin taksitle ödenmesinin söz konusu olduğu böylesi durumlarda yönetim kurulu tarafından yapılacak olan bu ödeme çağrısına "apel" denir.

Ödeme çağrısında eşitlik ilkesine uygun davranılmalı ve bazı pay sahiplerinin daha az bir tutar ödemelerini ya da borçlarını daha uzun bir sürede yerine getirmelerini olanaklı kılan davranışlardan kaçınılmalıdır.

Apelin zamanında ve istenilen miktarda ödenmemesi pay sahibinin "temerrüdüne" yol açar ve hakkında iskat (çıkarma) işleminin uygulanmasını gerektirir.


 

Aracı Kurum

Aracı kurum isminden de anlaşılabileceği gibi, hisse senedi ticaretinde yatırımcı ve piyasa arasında bilgi aktarma ve aracılık fonksiyonlarını yerine getirirler. Bu kapsamda yapabilecekleri sermaye piyasası faaliyetleri;

Sermaye piyasası araçlarının ihraç veya halka arz yoluyla satışına aracılık

Daha önce ihraç edilmiş olan sermaye piyasası araçlarının aracılık amacıyla alım satımı

Finansal göstergelere, sermaye piyasası araçlarına mal ve kıymetli madenlere dayalı vadeli işlem sözleşmesi yapılmasına aracılık

Menkul kıymetlerin geri alım veya satım taahhüdü ile alım satımı

Yatırım danışmanlığı

Portföy işletmeciliği veya yöneticiliği.


 

Arbitraj

Menkul Kıymetler, kıymetli madenler, para, kıymetli evrak gibi değerlerin, iki piyasa arasındaki fiyat farklarından yararlanmak amacıyla fiyatların düşük olduğu yerlerden alınması, fiyatların yüksek olduğu yerlerde satılmasıdır. Ancak, arbitraj denildiği zaman genellikle kambiyo arbitrajı anlaşılmaktadır.

Kambiyo arbitrajı, çeşitli piyasalarda kote edilen dövizlerin kurları arasındaki farktan yararlanmak amacıyla yapılan alım-satım işlemidir. Arbitraj işlemi, genellikle kısa süreli bir işlem olup, bir dövizin bir piyasadan alınması ile başka bir piyasada satılması arasında geçen zaman dönemi oldukça kısadır.

Arbitraj işlemi, döviz borçlarının en az maliyetle ödenmesi, alacaklarının ise en fazla para ile tahsili olanağını sağlar. Arbitraj işlemi ile sağlanan kâr, çoğunlukla oldukça küçüktür. Bankalar bu tür işlemlere çok rağbet ettiklerinden, çeşitli piyasaların kurları, arbitraj işlemleri sonucu birbirine yaklaşmakta, aradaki fark, çoğunlukla ulaşım giderlerini karşılayacak düzeylere düşmektedir. Bu bakımdan arbitraj işleminden önemli ölçüde kâr sağlanabilmesi, işlemin büyük ölçeklerde yapılmasına bağlıdır, ancak bu da arbitraj işleminin riskini artırır.

Dolaysız (Vasıtasız) Arbitraj

İki piyasa arasında karşılıklı olarak ve kendi paraları üzerinden doğrudan doğruya yapılan arbitraj işlemine "dolaysız arbitraj" denir. Bunu bir örnekle açıklayalım. 1 İngiliz Sterlini’nin (Pound) ABD Doları karşısındaki kuru New York’ta, 1,8000 ABD Doları, Londra’da ise 1,8001 ABD Dolarıdır. Bu durumda İngiliz Sterlini’nin ABD Doları karşısındaki fiyatı Londra’da, New York’takinden daha yüksektir. Bunun sonucu olarak, New York’ta dolar satarak sterlin almak ve Londra’da sterlin satarak dolar almak kârlı bir iştir.

New York’ta sterlin satın alınması bu piyasada dolara karşı sterlinin fiyatını artıracaktır. Londra’da ise, aksi yönde gelişme olarak, sterlinin dolar karşısındaki fiyatı düşecektir. Bu süre, her iki yerde, iki dövizin fiyatı (kuru) eşitlenene kadar sürecektir. İki farklı yerde dövizlerin alım ve satım işlemi esas olarak "düşük al-yüksek sat" ilkesine dayanmaktadır.

Dolaylı (Vasıtalı) Arbitraj

Dolaysız arbitrajda iki olan ülke ve para sayısı dolaylı arbitrajda en az üçe yükselir. Aynı paranın, değişik yabancı piyasalardaki kurlarının birbirlerinden farklı olmasından yararlanılarak, başka bir piyasadan alınıp diğer bir piyasada satılmasıdır.

Örneğin, Amsterdam’da İsviçre Frangı’nın şorin cinsinden fiyatı New York’ta dolar olarak ifade edilmiş olan fiyatından yüksekse New York’ta dolar ile İsviçre Frangı satın almak ve Amsterdam’da İsviçre Frangı satarak şorin almak, daha sonra da şorini satarak dolar almak kârlı olacaktır.

Mekan Arbitrajı

Burada, farklı piyasalarda aynı zamanda mevcut kur farkları arasındaki farklardan yararlanmak amacıyla arbitraj yapılması söz konusudur. Yukarıda dolaysız ve dolaylı arbitraja ilişkin olarak verilen örnekler böyledir.

Zaman Arbitrajı

Burada, farklı vadeler için olası marjlar arasındaki farklılıklardan yararlanmak amacıyla arbitraj yapılması söz konusudur.

Faiz Arbitrajı

Farklı paraların kısa süreli yatırımlarının gelirleri arasındaki farklılıklardan yararlanmak amacıyla yapılan arbitraj işlemidir. Bu tür arbitraj da Covered ve Uncovered (spekülatif) olmak üzere ikiye ayrılır. Serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu bir dünyada faiz oranları, teorik olarak bütün dünyada birbirine eşitlenir. Ancak böylesi bir dünya varsayımsal olduğundan, bir paranın faiz oranı, başka bir paranın faiz oranından yüksek olabilir. Böylece, parasını daha yüksek faiz oranına sahip paraya yatırmak isteyenler arbitraj işlemine başvuracaklardır.

Kambiyo kontrol rejiminin uygulandığı ülkelerde arbitraj işlemleri kontrol rejiminin sıklığına koşut olarak ya yapılamaz ya da çok kısıtlı bir şekilde yapılır. Ülkemizde bankalar, kendilerine döviz pozisyonu tutma yetkisinin tanınması ile birlikte arbitraj yapma olanağına sahip olmuşlardır. Bankalarımız arbitraj işlemlerini ya kendileri için ya da müşterilerinin dış ticaret işlemleri için gereksinme duydukları döviz türünü sağlamak amacıyla yapmaktadırlar.


 

Arz Talep dengesi

Arz edilen miktarın talep edilen miktara eşit olması durumuna arz - talep dengesi denmektedir. Bu eşitliği sağlayan ve farkedilir bir değişme eğilimi göstermeyen fiyat seviyesine ise denge fiyatı denmektedir. Belli bir fiyattan arz edilen miktarın aynı fiyattan talep edilen miktarı aşması durumunda ortaya bir arz fazlası çıkmakta ve bu da fiyat seviyesinin düşmesine neden olmaktadır.

Yine belli bir fiyattan talep edilen mal miktarının arz edilen mal miktarını aşması durumunda ortaya talep fazlası çıkmakta ve fiyat seviyesinin yükselmesine neden olmaktadır. Piyasa ekonomisi koşullarının geçerli olduğu bir ortamda, arz-talep bir araya gelerek piyasa dengelerini oluşturur.


 

A grubu hisse senetleri

Bazı hisse senetleri tahvil faizine benzeyen bir dividant garantisi taşır. Şirketin kâr ettiği yıllarda önceden belirlenen oranda bir kâr payı dağıtılır. Bu kâr payı dağıtılmadan diğer hisse senetlerine ödemede bulunulmaz. Öncelikli hisse senedi olarak adlandırılan ve gerek kâr gerekse oy hakkı bakımından farklılaştırılabilen (A,B,C vb) bu hisse senetlerinin en önemlilerini A Grubu hisse senetleri oluşturur.

Ticaret hukukunda ana ilke, dağıtılan kâr ne olursa olsun, aynı kategorideki hisse senedi sahipleri arasındaki eşitliğin bozulmamasıdır. Ancak Türk Ticaret Kanunu'nun 455/2ü maddesi ana sözleşmede hisse senetlerinin bazılarına öncelik hakkı tanımaktadır.

Bu hak, senetlerin sahiplerine çoğu kez şirket kârından pay almakta öncelik tanıdığı gibi bazı durumlarda, diğer gruplardan daha yüksek kâr payı almak şeklinde de ortaya çıkmaktadır. A grubu hisse senetleri öncelik hakkının işletme tasfiye payları üzerinde bulunduğu anonim şirketlere bile rastlanmaktadır.


 

Banka

Para ve kredi işlemleri yapan sermaye şirketi. Bankalar, kredi verenlerle (mevduat sahipleri) alanlar arasında aracılık yaparak nakit sermaye sağlarlar. Bankanın karı, kredi verdiği paralardan aldığı yüksek faiz ile mevduat sahiplerine ödediği daha düşük düşük faiz arasındaki farktan doğar. Bankalar, ekonominin önemli yapı taşlarıdır. Para arz-talebini sağlarlar, halkın küçük tasarruflarını toplar, büyük fonlar oluşturarak bireysel tasarruflarla karşılanamayacak ölçüde büyük krediler verebilirler. Böylece yatırıma kaynak sağlanmış olur.

Bankacılık yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Sümerler döneminde bugün basit bir banka işlemi olan para bozma işlemlerini yapan kimseler olduğu bilinmektedir. Günümüzde kullanılan banka sözcüğü Ortaçağ'da ortaya çıkmıştır. İtalya'da ticaretin yoğun olduğu yerlerde, bir masa üzerinde madeni paraların ağırlığını tartan, ayarlarına bakan ve para değişimi yapan sarraflar vardı.

Bu sarrafların toplandığı masaya banka ya da banco denirdi. Bugün de çeşitli dünya dillerinde bu sözcük kullanılmaktadır. Bizim tarihimizde ise bankacılık geçmişi çok daha kısadır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlete ait paralarla, yabancı paralar birlikte kullanılırdı. Bunları değiştirme işlemi ise genellikle müslüman olmayan azınlıklarca yapılırdı. Sarraf denilen bu kimseler özel banka işlemlerinin yanısıra, hükümete borç verme ve onun adına tahvil çıkarma işlerini de yaparlardı. İlk banka, 1847 yılında Galatalı J. Alleon ve T. Baltazzi tarafından kurulan, ancak bir sene sonra iflas eden Bank-ı Dersaadet (İstanbul Bankası)dır.


 

Bilanço

Bir işletmenin belli bir tarihteki finansal durumunu, yani sahip olduğu varlıkları, borçlarını ve özvarlığını gösteren bir tablodur. Bilanço, temel muhasebe eşitliğine (varlıklar = borçlar + özkaynaklar) dayanır.

Bilançonun varlıklar tarafına "aktif", borçlar ve özvarlık tarafına "pasif" adı da verilir. Bilanço kalemleri çeşitli biçimlerde gruplanabilir. En yaygın kullanılan gruplamalardan birine göre gerek varlıklar, gerek borçlar likidite derecelerine (nakte dönüşme çabukluklarına) göre sıralanır. Yaklaşık bir yıl içerisinde nakte dönüşmesi beklenen varlıklara cari varlıklar ya da döner varlıklar denir. Kasa, alacak hesapları, stoklar cari varlık örnekleridir.

Nakte dönüşmesi daha uzun süren alacak varlıklar ise sabit varlıklar ya da duran varlıklar olarak sınıflanır. Arsa, binalar, makine ve teçhizat, "duran varlık" örnekleridir. Borçlar da, bilançoda kısa vadeli (yaklaşık bir yıl içerisinde ödenecek olan) ve uzun vadeli (daha uzun bir sürede ödenecek olan) borçlar olarak sınıflanır.

İşletmenin sahip olduğu varlıklarla borçları arasındaki farka eşit olan kaynak, işletme sahiplerinin işletmenin varlıkları üzerindeki hakkını temsil eder. Özkaynak, işletme sahiplerinin işletmeye para ve/veya mal olarak koyduğu sermayeden ve dağıtılmamış kârlardan oluşur.

Dağıtılmamış kârlar, genellikle, kâr dağıtımında kullanılabilme ve diğer belli amaçlara tahsis edilmiş olma durumunu açıkça belirtmek üzere, kanuni, fevkalade, özel, genel ihtiyatlar gibi gruplara ayrılarak rapor edilir. Dağıtılmamış kârlar terimi bazen de yalnızca kâr dağıtımında serbestçe kullanılabilecek kısım için kullanılmaktadır.

Hukuki kurallara (özellikle vergi kanunlarına) uygun olarak hazırlanan bilançoya "mali bilanço" , muhasebe ilkeleri temel alınarak işletmenin özelliklerine ve işletme yönetiminin amaçlarına uygun olarak hazırlanan bilançoya da) "ticari bilanço" denir.

Belli durumlarda finansal tabloların (bilanço ve gelir tablosu) hazırlanmasını düzenleyen hukuki kurallarla muhasebe ilkeleri arasında uyuşmazlık olabilir. Bilançoda yer alan varlıkların, çoğu zaman piyasa değerlerini yansıtmadığına dikkat edilmelidir. Bazı istisnaları olmakla birlikte, muhasebe ilkelerine göre varlıklar, bilançoda tarihi değeriyle, yani elde edildiklerinde işletme tarafından katlanılmış olan maliyetleriyle rapor edilir.


 

Boom

Ekonomik etkinliklerin en yüksek olduğu dönem. İki boom arası genellikle yedi-sekiz yıldır. Boom sırasında üretim artmakta, fiyatlar ve ücretler yükselmekte, işsizlik azalmaktadır. Tam istihdam sağlandıktan sonra artan ücretler ve fiyatlar, boom'u enflasyoncu bir karaktere sokar.

Birçok sanayileşmiş ülkede, 1892'den 1913'e kadar geçen sürede her yedi-sekiz yılda bir boom meydana gelmiştir. Bu tarihten sonra savaş sonrası döneme kadar uzun süreli bir depresyon görülmektedir. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası uygulanan tam istihdam politikası resesyonların ortadan kalkmasını sağlayamamıştır.


 

Büyüme

Ulusal ekonomiler de canlılar gibi büyür. Her ülkede nüfus, işgücü, kaynaklar, sermaye teçhizatı vb. yıldan yıla değişik oranlarda büyümektedir. Üretimi artırmak için yatırım harcamaları yapıldıkça istihdam seviyesi yükselmekte, sermaye stoku genişlemekte, işlenmemiş topraklar üretime açılmakta ve sonuç olarak milli hasıla çoğalmaktadır.

Büyüme sırasında iktisadi unsurlarda meydana gelen değişikliklerin yanında toplumsal sorunların görünüşü de değişmektedir. Eğitim talebi artmakta, köylerden şehirlere göç hızlanmakta, sağlık hizmetlerinin gelişmesi gerekmekte, siyasal yapıda dalgalanmalar meydana gelmektedir.

Bu kadar karmaşık olayın bir arada cereyan ettiği büyüme sürecinde, kesin sonucu belirtecek ölçünün bulunması çok güçtür. İktisadi unsurların çoğundaki değişmeleri rakamlandırmak nispeten kolaydır. Oysa toplumsal değişiklikleri istatistik seriler halinde düzenleyip yorumlamalara gitmek oldukça güçtür.

Rakamlarla ifade edilebilen iktisadi unsurlarda da büyüme sırasında meydana gelen dalgalanmalar değişik oranlarda olmaktadır. Şu halde sorun, bu çeşitli iktisadi unsurlardan en iyi gösterge olabilecek birini seçmek ve temel ölçü olarak kullanmaktır. Uluslararası alanda en yaygın olarak kullanılan ölçü, üretim hacmi ve milli gelirdir. Yalnız, milli gelir artışının ulusal bir ekonominin topyekün büyümesini yansıtmadığını, fert başına refah artışına bir ölçü sayılamayacağını da belirtmek gerekir. Çünkü nüfus artışı, yükselen milli gelirin bir kısmını yutmaktadır. Şu halde büyümeyi fert başına milli gelir rakamıyla da ölçmek gerekecektir.

Burada unutulmaması gereken bir nokta, milli gelirdeki artışların büyümenin sonucunu belirtmekte olmasıdır. Aslında milli gelir endeksinin altında önemli iktisadi toplumsal ve siyasal olaylar yatmaktadır. Ölçü olarak milli gelir seviyesi seçildiğine göre, büyümenin tanımı şöyle yapılabilir: İktisadi büyüme, milli gelirde bir yıldan ötekine meydana gelen artış oranından ibarettir.

Örneğin, bir ülkenin milli geliri 1995 yılında 100 trilyon lira iken 1996 yılında 107 trilyon liraya çıkmışsa büyüme hızı %7'dir. Aynı ülkede yıllık nüfus artış hızı %3 ise, 1995-1996 arasında fert başına milli gelir %4 artmış demektir.

Yazı ve konuşma dilinde "büyüme" terimi yerine bazen "gelişme", "kalkınma" gibi sözcüklerin de kullanıldığı görülmektedir. Büyüme, gelişme ve kalkınma terimlerinin anlamları arasında fark görenler bu tutumu hatalı bulmaktadırlar. Bunlara göre büyüme sadece bir gövde genişlemesini ifade etmekte, gelişme ve kalkınma ise ulusun iktisadi, sosyal ve siyasal hayatındaki genel gelişimi belirtmektedir.

İktisadi büyüme sorunu özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaygın bir şekilde ele alınmıştır. Önceleri savaştan zarar görmüş olan Batı ülkelerinin ekonomilerini yeniden düzenlemeleri için gösterilen çabalar kısa zamanda gelişmekte olan ülkelere de yönelmiştir. Son yıllarda bu sorunun daha da yoğun olarak tartışıldığı göze çarpmaktadır. Bununla beraber büyüme sadece bugünün sorunu değildir.

İktisat biliminin kurulduğu yıllarda, hatta daha önceki dönemlerde bile büyüme ile ilgili fikirlerin tartışıldığı görülmektedir. Fakat 1950'lere kadar bu tartışmalar yalnızca gelişmiş ekonomilerin nasıl gelişmiş oldukları ve bundan böyle bunalımsız nasıl büyüyebilecekleri noktaları üzerinde süregelmişti. Sonraları az gelişmişlerin büyüme sorunlarının ele alındığı teorik modeller yaygınlaştı. Günümüzün dinamik dünyasında az gelişmişlerin hızla bünye değiştirerek gelişen ekonomiler niteliğini kazanmaları sonunda, az gelişmişler için kurulan modellerin de aynı hızla varsayımlarını ve çerçevelerini değiştirdikleri göze çarpmaktadır.


 

Deflesyon

Açık ya da baskı altında tutulan enflasyon durumlarında, paranın satın alma gücünü stabilize etmek ya da yükseltmek için uygulanan ekonomik ve mali tedbirlere verilen addır.

Kredi deflasyonunda reeskont oranının yükseltilmesi, mevduat zorunlu karşılıklarının yükseltilmesi, kredi kontenjanlarının düşürülmesi ve açık piyasa işlemlerinin yapıldığı ülkelerde merkez bankasının portföyünde bulunan kıymetli evrakın piyasaya sürülmesi yoluyla krediyi daraltıcı bir politika izlenmelidir.


 

Defter Değeri

İşletmenin sahip olduğu bir varlığın muhasebe defterlerinde kayıtlı bulunan değerini ifade eder. Varlıkların çoğu, defterlerde tarihi maliyetleriyle kayıtlı bulunduğundan, bu varlıkların defter değerleri, onların piyasa değerlerini yansıtmaz.

Defter değeri kavramıyla ilgili olarak çok sık kullanılan bir terim, "net defter değeri" dir. Net defter değeri, amortismana tabi bir sabit varlığın defter değerinden, birikmiş amortismanı çıkarılarak hesaplanır. Bir sabit varlığın satışından sağlanan kâr ya da zarar, sabit varlığın satışından sağlanan gelirle, sabit varlığın net defter değeri arasındaki fark olarak belirlenir.


 

Develüasyon

Dış dengeyi sağlamak için başvurulacak yollardan biri de ulusal paranın dış değerinin düşürülmesidir. Devalüasyonun amacı, ithalatı pahalılandırıp, ihracatı ucuzlatmak ve böylece döviz girişini çıkışına göre hızlandırmaktır. Dış ödemelerinde açık veren, yani ihracatı ithalatından az olan ülke, ulusal paranın dış değerini indirerek ihracatını artırıp ithalatını azaltabilir. Sonuç olarak da dış denge sağlanır ve açık kapanır.

Devalüasyonun dövizle ifade edilen değer olarak, ihracatı artırıp ithalatı daraltması için, bazı koşulların varlığı gereklidir. Devalüasyon yapılan ülkede ihraç malları arzı elastik değilse (yani ihraç malları üretimi ve arzı, fiyatlar yükselse de kolaylıkla artırılamıyorsa), para ayarlamasının ihracat artırıcı etkisi doğmaz.

Ülkenin ihraç mallarına olan dış talep elastikliği uygun değilse (yani yabancılar için söz konusu ülkenin ihraç malları fiyatlarının düşmesi fazla bir anlam ifade etmiyorsa), ihracat miktar olarak genişlese de, ihracattan elde edilen dövizde bir artış beklenemez.

Söz konusu ülkenin ithal malları talep elastikliği düşükse (yani ithal malları zorunlu ihtiyaç malları ise ya da halkın yabancı mallara karşı özel bir güveni, rağbeti ve tutkusu varsa), fiyatlar yükseldiği zaman ithalat miktar olarak daralsa da, ithalat için harcanan döviz azalmaz.


 

Devlet Bütçesi

Normal devlet gelirlerinin toplam devlet harcamalarına eşit olması demektir. Maliye biliminde uzun yıllar başlı başına bir amaç olarak benimsenen bütçe dengesinin sağlanması, daha sonra konjonktürel bütçe kavramının geliştirilmesi ile eski önemini kaybetmiştir.

Ekonomik dengenin korunması için, klasik anlamda bütçe dengesinden vazgeçilebileceği düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Ekonomik istikrarı sağlayabilmek için bütçeden yararlanılırken, depresyon yıllarında bütçenin açık vermesi, enflasyon yıllarında ise bir fazlayla kapanması ile konjonktür devresi sonunda dengenin sağlanması istenmektedir. Ancak, klasik maliye teorisinin savunduğu bütçe denkliği ilkesinin doğruluğuna, kamuoyunda ve politikacılar arasında bugün de genellikle inanılmaktadır.

Karma ekonomilerde, hassas bir denge olan kamu ve özel sektör arasındaki dengeyi sağlamakta, bütçe denkliği bir araç olarak görülmektedir. Bütçe dengesi sağlanarak kamu harcamaları artışının önlenebileceği ileri sürülmektedir.


 

Dividant (Kar Payı)

Anonim şirketlerde, safi kârdan ve bu amaçla ayrılmış yedek akçelerden ortaklara, şirkete yatırmış oldukları sermayeyle orantılı bir şekilde nakit olarak ya da hisse senedi şeklinde dağıtılan paylardır.

Dividant dağıtımı şirket genel kurulunun yetkisi içine girer. Uygulamada anonim şirket yönetim kurulları, dağıtılmasını önerdikleri kâr payını genel kurula bildirirler. Genel kurul ise bu öneriyi kabul eder ya da etmez. Şirket ana sözleşmesinde belirlenmiş kurallar varsa yönetim ve genel kurul bunlara uymak zorundadır.

İşletmelerin dividant dağıtımı kararı alırken birçok unsuru (sadece kârların dağıtılabileceği, işletmenin likidite durumu, borçlanma sözleşmelerinin sınırlamaları, işletmenin yatırımlarının geleceği, ortakların özel vergi durumları, kârların yıllar itibariyle gösterdiği seyir, dağıtılmayan kârların vergi durumu ve şirketin halka açık olup olmaması vb) ayrıntılı olarak analiz etmelerinde yarar vardır.

Kuramsal açıdan dağıtılan dividantların şirketlerin pay senetlerinin pazar değerlerini etkileyip etkilemediği hususu yukarıda sayılan çok yönlü bir analize bağlı olduğundan, kesin ve standart bir çözüme ulaşılmamıştır. Bu nedenle, her durumun kendi özellikleri dikkate alınarak, dividant ödemelerinin pay senedi pazar değerine etkileri ölçülmelidir.

Ülkemizde dividant ödemelerinin pay senedi pazar değerini etkilediği, dolayısıyla bunlar arasında yüksek bir korelasyon olduğu görülmektedir. Nitekim yüksek oranda dividant dağıtan işletmelere ait pay senetleri, sermaye pazarında yüksek fiyatlara alınıp satılmaktadır.


 

Döner Sermaye

Devletin ticari ve sınai nitelikteki iktisadi işletmeleri genellikle özerk bütçeli olarak yönetilmekteyse de, belirli bir kısmı da genel bütçe içinde yönetilmektedir. Piyasa malı özelliğinde üretimde de bulunan söz konusu kamu kuruluşlarına, işçi ve uzman çalıştırmak, malzeme satın almak gibi ihtiyaçlarını karşılamaları amacıyla döner sermaye tahsis olunabilmektedir.

Genel bütçe içinde idare olunan hastane, mesleki okullar, darphane gibi kuruluşların belirtilen nitelikteki faaliyetlerinde etkinlik sağlamak için bunlara döner sermaye verilmektedir. Söz konusu kuruluşlara, genel bütçeden bir defa için döner sermaye verilmektedir. Bunların mal ve hizmet üretimleri sonucunda sağladıkları paralar, döner sermayeye gelir olarak kaydedilmektedir. Bu kuruluşların harcamaları da gene döner sermayeden yapılmaktadır.

Buraya başlangıçta tahsis olunan ödenek, diğer normal ödeneklerde olduğu gibi yok olmamakta, gelir-gider akımı içinde devamlı olarak kullanılabilmektedir. Faaliyetleri sonucunda elde ettikleri gelirleri de genel bütçeye değil döner sermayeye gelir kaydedilmekte, böylece ilgili kamu kurulunca sermayenin tekrar tekrar kullanılması imkânı doğmaktadır.


 

Döviz

Yabancı paralara döviz denilir. Döviz, "efektif" ya da "kaydi" olabilir. Banknot ve metal sikkeler efektiftir. Çek, poliçe, emre yazılı senet, havale ve kredi kartları kaydi ödeme araçlarıdır. Transferlerin büyük kısmı kaydi para ile gerçekleştirilir.

Günümüzde, efektifin uluslararası ödemelerde payı küçük bir orandır. Döviz alım satımları, kambiyo işlemleridir. Kambiyo işlemleri, vadeli ve vadesiz olarak ikiye ayrılır. Vadesiz işlemlerde, alım satım yapılan yerin o andaki peşin kuru uygulanır. Alıcının talebini belirlemesiyle satış akdi ve fiyatı kesinleşir. Ancak, kambiyo operatörleri arasındaki işlemlerde, satılan döviz, iki iş gününün geçmesiyle fiilen alıcı emrine girer. Vadeli işlemlerde ise, fiyatı satış anında kesinleşmiş olan döviz, ileride günü gelince alıcı hesabına geçirilir.


Döviz Dengesi

Bir ülkenin uluslararası ekonomik ilişkilerinde kazandığı dövizlerle harcadığı dövizlerin denk olmasıdır. Kural olarak döviz dengesi, ülkenin hedef aldığı ya da daha genel bir deyişle tam istihdamı sürdürecek olan gelişme düzeyinin gerektirdiği mal ve hizmet ithalatını, kendi mal ve hizmet ihracatından kazandığı dövizle yapabilmesi durumudur. Ancak bazı koşullarda ithalat gereksinmesi ihracat geliriyle karşılanamaz. Bu durumda açığın ortaya çıktığı dönemde kısa vadeli sermaye hareketleriyle (dış kredi) ve/veya döviz rezervlerinin kullanılmasıyla döviz dengesi sağlanır.

Daha sonraki dönemler için ise, döviz kurunu değiştirerek (devalüasyon) ya da doğrudan ithal kısıtlamalarına gidilerek ithalat azaltılır ve ihracatın sağladığı döviz kazançlarına eşitlenerek döviz dengesi sağlanır.

Bu mekanizmanın gelişmekte olan ülkelerde sürekli olarak kurulması güçtür. Bu ülkelerde döviz açığı yapısal ve kronik bir nitelik kazanmıştır. Bu nedenle kısa vadede ticari borçlanma ve rezerv kullanımı, uzun vadede de parasal önlemlerle sürekli bir döviz dengesi sağlanamaz.

İthalatın kısılması ise, kalkınma hızının düşürülmesi, hatta bazı durumlarda yurt içi üretim kapasitesinin ithal malı girdilere bağlı olan kısmının kullanılamaması gibi istenmeyecek bazı sonuçlar doğurabilir. Bu durumda, kısa vadeli borçlanmaların yanı sıra, uzun vadeli dış borçlanmaya da başvurularak döviz açığı kapanacak ve döviz dengesi sağlanacaktır. Bu nedenle, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, döviz dengesi, ihracat gelirlerinin yanı sıra, dış kredi kullanımını da kapsayacak şekilde düşünülmektedir.



Döviz Rezervleri

Bir ülkede merkez bankası ve bankalar sisteminde birikmiş olan döviz mevcuduna döviz rezervi adı verilir.


 

Durgunluk

Bir ekonomi, durgunluk içinde bulunduğunda, toplam arz-toplam talep dengesindeki bozukluk, arza oranla talep eksikliği şeklinde ortaya çıkmakta, diğer bir deyişle, toplam talep yetersizliğinden meydana gelen bir toplam arz-toplam talep dengesizliği söz konusu olmaktadır.

Bu durumda milli gelir, eksik istihdam düzeyinde gerçekleşecek, işsizlik artacak mal ve faktör fiyatlarında genel bir düşme eğilimi gözlemlenecektir. Buna göre, bir ekonomide durgunlukla mücadele programının, toplam talepteki yetersizlikleri giderme ve efektif talep düzeyini yükseltme amacına yönelmesi gerekmektedir. Bu nedenle de maliye politikası yoluyla durgunlukla mücadele etmek için kamu harcamalarının artırılması ve/veya vergilerin azaltılması yolu seçilmektedir.

Kamu Harcamaları Politikası

Ekonominin toplam talep düzeyindeki yetersizlikleri gidermek amacıyla, vergi gelirleri, eski düzeyinde bırakılarak kamu harcamaları artırılabilir. Bu durumda bir bütçe açığının meydana geleceği ve toplam talepte net bir artış yaratılmış olacağı açıktır.

Durgunlukla mücadelede kamu harcamaları politikası, ekonominin tam çalışma düzeyinde dengeye kavuşabilmesi için özel harcamalardaki yetersizliklerin, kamu harcamaları ile giderilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu tür politika ile milli gelir düzeyinin düşmesi önlenmiş, özel sektör harcamalarının azalmasına engel olunmuş ve ekonomideki daraltıcı güçler ortadan kaldırılmaya çalışılarak, yeniden genişleme süreci içine sokulmuş olacaktır.

Mal ve Hizmet Alımına Yönelen Kamu Harcamaları

Yatırım harcamalarının ve cari harcamaların ekonomi üzerindeki etkisi aynıdır. Bunlarda yapılacak bir artışın, toplam talebi doğrudan etkilediği için, ekonomi üzerindeki genişletici etkisi, transfer harcamalarının genişletici etkisinden daha etkili ve daha kesin olacaktır.

Kamu Transfer Harcamaları

Kişilere yapılması halinde, firmalara yapılmasından daha etkili olmaktadır. Transfer harcamaları, harcama eğilimleri yüksek kişilere yapılıyorsa, hem durgunlukla mücadele açısından hem de gelir dağılımında eşitliğin sağlanması açısından etkin bir çözüm olacaktır.

Ekonomik durgunluk dönemlerinde milli gelirin tam istihdam düzeyine yükseltilmesi ve işsizliğin giderilmesi için, kamu harcamalarının özellikle yatırım harcamalarının ve marjinal tüketim eğilimleri yüksek, düşük gelirli gruplara yapılan transfer harcamalarının artırılması gerekir.

Kamu Gelirleri Politikası

Durgunlukla mücadelede, kamu harcamalarını aynı düzeyde bırakarak vergileri azaltma yoluna gidilebilmektedir. Bu durumda da yine bir bütçe açığı yaratılacağı ve bu açığın diğer bir kamu geliri türü olan borçlanma ile kapatılabileceği açıktır.

Vergi Politikası

Durgunluk dönemlerinde kamu harcamaları politikasının amacı, ekonomide özel harcamalardaki yetersizliği telafi etmek olduğu halde, vergi indirimlerinin amacı, kullanılabilir kişisel gelirleri artırmak suretiyle özel tüketim ve yatırım harcamalarında bir artış sağlamaktır. Bu yolla ekonomik hayattaki daralmanın önlenmesi ve genişlemenin sağlanması planlanmaktadır.

Durgunlukla mücadelede vergi indirim politikasının etkinliği için verginin konusunun geniş olması gerekir. Böylece indirimlerden daha çok kişi yararlanabilecek, kullanılabilir gelirleri artacak, böylece tüketim ve yatırım mallarına olan talebin artması sağlanacaktır.

Kişisel gelir vergileri ile gider vergileri, bu açıdan etkin vergilerdir. Servet vergileri ise bu anlamda elverişli bir vergi türü değildir. Durgunlukla mücadelede, kamu harcamalarını artırmak, vergileri indirmekten daha etkilidir.

Borçlanma Politikası

Kamu harcamalarının artırılması ve/veya vergilerin indirilmesiyle bütçede meydana gelecek açığın kapatılması, borçlanma ile olacaktır. Ancak durgunluk dönemlerinde borç yönetimi ile ekonomideki sorunların çözümü, enflasyonist dönemlere oranla daha kolay olmaktadır. Çünkü, durgunluk dönemlerinde, ekonomide büyük ölçüde kullanılmayan fonlar bulunmaktadır. Eğer devlet borçlanma yoluyla bu fonları toplar ve ekonomik hayatın canlanması için kullanabilirse, ekonomideki daralmayı önleyebilecektir.

Durgunluk dönemlerinde de borçlanmanın kimden yapılacağı önemli bir konudur. Durgunlukla mücadelede başarılı olabilmek için borçlanmanın, ekonomide özel harcamalar üzerinde en az etki meydana getirecek şekilde yani toplam talebi en az azaltıcı şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Kişilerden Borçlanma

Eğer kişiler, devlete borç verdikleri parayı kullanmayarak, atıl tuttukları fonlardan karşılıyorlarsa toplam talepte bir azalma olmayacak, aksine devlet, bu parayı kullandıkça toplam talepte net artışlar sağlanacaktır.

Ancak devlete borç verilen fonlar, kişilerin yatırım ve tüketim harcamalarını kısmaları yoluyla karşılanıyorsa, başlangıçta toplam talep azalmış olacak, elde edilen bu fonların devletçe harcanması, tekrar ekonomiye sokulmasıyla toplam talep, yine borçlanmadan önceki düzeye gelecek ama harcamayı yapan kesim değişmiş olacaktır. Sonuçta, ekonominin toplam talebinde bir değişiklik meydana gelmemiş olacaktır.

Ticari Bankalardan Borçlanma

Ticari bankaların portföylerinde, kullanılmayarak, atıl tutulan fonların borçlanılması ve bunların devlet tarafından ekonomiye aktarılmasıyla genişletici bir etki yaratacağı açıktır.

Ticari bankaların atıl fonlarından değil de özel kişi ve firmalara sağlanan kredilerden borçlanıyorsa, bunun talebi artırıcı, ekonomiyi genişletici etkisi daha az olacaktır.

Merkez Bankası'ndan Borçlanılması

Bütçe açığının Merkez Bankası'ndan borçlanılarak finanse edilmesi durumunda, toplam talep üzerinde hiçbir azaltıcı etki meydana gelmeyecektir. Çünkü, kamu harcamaları, para arzı artırılarak karşılanmaktadır. Bu nedenle durgunluk dönemlerinde bütçe açığını finanse etmenin en etkin yolu Merkez Bankası'ndan borçlanmaktır.

Durgunluk dönemlerinde, kısa vadeli borçlanmalar tercih edilmelidir. Genişletici maliye politikası, politikacılar açısından çok cazip olduğu için uygulama şansı çok yüksektir. Ancak böyle bir politikanın ekonomiyi, enflasyonist sürece sokma tehlikesi söz konusu olduğundan iyi planlanması gerekir.


 

Efektif Döviz Kuru

1970'li yıllarda yayılan esnek (dalgalı) döviz kuru sistemiyle birlikte kullanımı yaygınlaşan bir kavramdır. Nominal veya reel olarak hesaplanabilir. Esnek döviz kurları yaygınlaşınca, çok taraflı kur değişmelerinin ticari rekabet gücü açısından önemi de artmıştır.

Örneğin, dünya piyasasında doların gidişini değerlendirirken (ikisi de dünyanın en büyük ticari gücü olduğu için) sadece ABD doları ile F. Almanya markı arasındaki parite değişmesine bakmak yetmez. Kanada ABD'nin, Fransa da F. Almanya'nın en büyük ticaret ortağıdır. Bütün bu paralar arasındaki parite değişmesi önem kazanır. Bunun için döviz kurlarının ticaret payları ile tartılanarak hesaplanması, efektif döviz kuru kavramının yerleşmesine götürmüştür.

Bir paranın (ticaret payları ile tartılı olmak üzere) belli başlı diğer paralar karşısında değerinin değişmesi, hem döviz piyasasındaki hem de ticari rekabet gücündeki gidişin göstergesidir. Buna, nominal efektif kur denilmektedir. Ancak, ülkelerin yaşadığı enflasyon oranının farklı olması dolayısıyla, nominal efektif kur değişmeleri ticari rekabet gücünü göstermekte yetersiz kalır.

Bir ülkenin parası, dünya piyasasında, ancak o ülke ile dış dünya arasındaki enflasyon farkını telafi edecek oranda değer yitiriyorsa, reel olarak kur aynı kalmıştır; ticari rekabet gücünde kur değişmesinden kaynaklanan
bir değişme olmamıştır.

Efektif kurlardaki reel azalış veya artış, döviz piyasasındaki ve ticari rekabet gücündeki durum değişmesinin göstergesi olarak kullanılır. Nominal değerden reel değere varmak için, döviz kuru, ilgili ülke ile dış dünya arasındaki enflasyon oranındaki fark için düzeltilir. Ancak, reel kurların hesaplanmasındaki (kullanılacak fiyat istatistikleri başta olmak üzere) çeşitli istatistiksel sorunlar vardır. Bunun yanında, ticari rekabet gücünü belirleyen diğer etkenlerin varlığı da bir gerçektir. Efektif kurların hesaplanmasında iki ayrı çeşit tartı kullanılabilir:

1 ) Çok taraflı ticaret tartısında, ülkelerin dünya ticaretindeki payı veya belirli bir bölge ticareti söz konusu ise (sanayileşmiş ülkeler veya B. Avrupa ülkeleri gibi) buradaki pay söz konusu olur;

2) İki taraflı ticaret tartısıyla her ülkenin birbirleriyle karşılıklı ticaretindeki payları belirlenir. Genellikle iki taraflı ticaret tartısı birinciye tercih edilmektedir. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi, her ülke piyasasında alıcı ve satıcıların karşılaştığı yerli ve yabancı fiyatlara olan ortalama döviz kuru etkilerini yansıtmasıdır; diğeri de, reel kurların hesaplanmasında, fiyat seviyesi değişmeleri ile döviz kuru değişmelerinin incelenmesine daha uygun olmasıdır. Buna karşılık, çok taraflı ticaret tartısı, iki ülkenin üçüncü piyasadaki rekabet gücünü saptamak açısından daha uygun düşmektedir.


 

Ekonomi Kavramı

Eski Yunan'da ekonomi sözcüğünün kelime anlamı, bir evin mal varlığını yönetme sanatıydı. O dönemde ilgi veya etki alanı bir evden ibaret olan ekonomi, bugün bütün dünyayı ilgilendirmekte ve etkisi altına almaktadır.

Ekonomi, sınırlı kaynakların nasıl kullanılacağını inceleyen sosyal bilim dalıdır. Tarih boyu ekonomi birçok farklı şekilde tanımlanmıştır. Bu tanımın da zaman içinde anlamını ve önemini yitireceği bir gerçektir, bunun sebebi bireylerin ihtiyaçları, üretim biçimleri ve malları, dolayısıyla yaşam biçimleri değişmekte ve gelişmekte, bu değişme ve gelişme de ekonominin anlamını ve işlevini insanlığın gelişmesine paralel olarak değiştirmektedir.

Kendisinden önce ekonomi hakkında birçok görüş belirtilse de, klasik ekonomi geleneğinin 1776'da Adam Smith'le başladığı kabul edilir. Onu bu kadar önemli yapan, ekonominin literatür analizinden ve ahlaki araştırmasından çok, işleyişiyle ilgilenmesiydi. A.Smith, 1776'da Ulusların Zenginliği adlı 5 ciltlik bir eser yayınlamış, burada kendinden önce yapılamayan, kapsamlı ve tutarlı bir iktisadi düzen modeli ortaya koymuştur.

Tarihsel dönemlere bakıldığında, çeşitli ekonomik düzenler görülmektedir. Bu düzenler, üretim kaynağı, miktarı, yöntemi gibi konularda birbirinden çok farklı özellikler göstermektedir. Tarihte ekonomik düzenlerde üretim kaynakları şunlar olmuştur: Toprak, emek, sermaye ve bilgi. Toprağın üretim aracı olduğu Sanayi Devrimi öncesi dönem, insanların sadece toprağı işleyerek yaşadığı ve üretimlerinin yegane tarımsal ürünler olduğu dönemdir, bu yüzden toprak kutsal sayılmış ve savaşların başlıca nedeni olmuştur.

Sanayi Devrimi'yle sanayileşen, makineleşen ve seri üretime geçen insanoğlu, tarımsal üretim tekelini kırdı. Bu dönemde ekonomik aktörler; insanın kol gücünü örnek alan makinaların bulunduğu fabrikalar, buralarda çalışan işçiler ve onları yöneten sermaye sahibi kapitalistlerdi. 20. yüzyılın ikinci yarısında, teknoloji alanında, özellikle bilgisayar, yaşanan gelişmeler de günümüzde ekonomik aracın bilgi olmasını sağlamıştır. Bu amaçla ve insan beynini örnek alarak üretilen bilgisayarlar, bu yeni devrin sembolleri haline gelmiştir.

Bilgi Çağı'nı başlatan bu gelişmeler tüm insanlığı olduğu gibi ekonominin tanımını da değişime zorlamaktadır. Sermaye, emek, hammadde gibi sınırlı kaynakları ve araçları olan, Sanayi Dönemi kökenli ekonomiden farklı olan günümüzün bilgiye, insan beynine dayanan ekonomi sistemi, bilginin ve insan aklının sınırsız olmasından dolayı sınırsız kaynağa ve araca sahiptir. Dolayısıyla ekonomi de sınırsız kaynakların idaresini inceleyen sosyal bilim olma gerçeğiyle karşı karşıyadır.


 

Emisyon

Türkçe karşılığı "ihraç" demek olan emisyon sözcüğü yabancı dillerde çıkarmak, yaymak, tedavüle koymak anlamında kullanılır. Kâğıt paranın, tahvillerin, hisse senetlerinin ilk defa piyasaya sürülmesi emisyondur. Ufaklık paranın piyasaya çıkarılmasında emisyon terimi kullanılmaz.

Emisyona Merkez Bankası yetkilidir. Emisyon Merkez Bankası'nın aktif ve pasifindeki gelişmelerin sonucu oluşur. Emisyonu etkileyen en önemli kalemler altın ve yabancı dövizler karşılığında, ticari ve sınai senetlerin reeskonta veya avansa kabulleri suretiyle, hazineye kısa vadeli avans, hazine kefaletini haiz bonoların iskontosu suretiyle oluşmaktadır. Merkez Bankası mevduatı ise, arttığı zaman emisyon ihtiyacını azaltan, azaldığı zaman emisyon ihtiyacını artıran bir faktördür.


 

Enflasyon

Genel fiyat düzeyinde devamlı artış ve paranın değer kaybetmesi anlamına gelmektedir. Sözcük anlamı şişkinliktir, ilk kez 1838'de ABD'de görülmüş ve sözcük olarak da ilk kez burada kullanılmıştır. Toplam mal ve hizmet arzının, toplam talebi karşılayamaması, kısaca üretimden çok tüketim, enflasyonun temel özelliğidir. Üretimle karşılanamayan ve artan talep karşısında, piyasayı daha yüksek bir fiyat düzeyinde dengeye getirir.

Enflasyonun Sebepleri:

· Devletin karşılıksız para basması
· Maliyetlerdeki artışlar, yüksek faiz ve devalüasyon
· Bütçe açıkları
· İthal malların fiyatlarında yükselme
· Bankaların krediyi genişletmesi
· Tasarrufların yatırımdan çok olması

Enflasyonun Sonuçları:

· Gelir dağılımında adaletsizlik
· Tasarrufta azalma, tüketimde artış
· Paradan kaçış; gayrimenkul, altın gibi yatırım araçlarına kayma
· Dış ödemelerde zorluk
· Sanayi yatırımlarında azalma
· İthalatı kısmak için devalüasyon yapılması zorunluluğu
· Üretimin artmaması sonucu istihdamın olumsuz etkilenmesi
· GSMH'da düşüş


 

Esnek Kur Sistemi

Esnek (flexible) kur sistemine yüzen (floating) veya serbest değişken kur sistemi (freely fluctuating exchange rate system) gibi isimler de verilmektedir. En aşırı biçiminde bu sistemde, döviz piyasaları üzerinde hiçbir devlet müdahalesi yoktur. Döviz kurları tamamın piyasadaki döviz arz ve talebine göre oluşur.

Bu sistemde, bir ülkenin dış ödemeler dengesi, döviz kurları aracılığıyla sağlanacağından, dış ödemeler dengesinin açık ya da fazla vermesi söz konusu olmayacaktır. Örneğin dış ödemeler dengesi açık veriyorsa, döviz talebi (yani ithalat) döviz arzından (yani ihracattan) daha fazla olacağından, döviz kuru yükselecektir. Döviz kurunun yükselmesi bu defa ithalatın azalmasına ve ihracatın artmasına neden olacaktır. Döviz kurundaki yükselme, dış açık ortadan kalkana kadar devam edecektir.

Esnek kur sistemi serbest piyasa mekanizmasının dövize uygulanmış şeklidir. Akademisyenler açısından ilgi çekici olan bu sınırsız değişken kur sistemine uygulayıcılar; örneğin dış ticaret firmaları, mali yöneticiler, dış yatırımcılar ve hükümetler pek sıcak bakmamaktadır. Sistemin lehinde ve aleyhinde pek çok görüş vardır.

Değişken Kur Sistemini Savunan Görüşler

Ulusal paranın gerçek değeri: Hükümetlerin belirledikleri kurlar çoğunlukla ulusal parayı aşırı değerlendirir. Oysa değişken kur sistemlerinde kurlar gerçek denge değerini bulur. Bu da uluslar arası kaynak dağılımının optimum biçimde yapılmasını sağlar.

Dış denge: Bu sistemlerde döviz talep fazlası kurlarda yükselmeye, döviz arz fazlası da kurlarda düşmeye yol açarak dengesizliği otomatik biçimde giderici sonuç doğurur. Esnek kur sistemindeki bu otomatik dengeleme mekanizmasına karşılık sabit kur sistemlerinde dış denkleşme hükümet kararlarına bağlıdır.

Dış rezerv ihtiyacı: Sabit kur sistemlerinde kur istikrarını sağlama amacıyla döviz rezervlerine ihtiyaç vardır. Oysa bu sistemde dış denge kendiliğinden sağlandığından dış rezerve de gerek kalmaz.

İç ekonomik politikalar: Esnek kur sistemi otomatik kur değişmeleri yoluyla dış denge sorununu çözümler. O bakımdan hükümetler dış dengenin bozulma endişesi olmadan maliye ve para politikalarıyla iç ekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesine çalışabilirler.

Dış şoklar: Yurt dışından kaynaklanan bir enflasyon veya depresyon karşısında, kurlar derhal gerekli uyumu sağlayıp ekonomiyi bu denetim dışı faktörlerin etkisinden korurlar. Sabit kur sistemlerinde dış şoklar ülkeyi daha kolay etkiler.

Kurlarda ufak değişmeler: Dalgalı kur sistemlerinde kurlar arz ve talebe göre her an ufak uyum hareketleri gösterdiğinden sabit kur sistemlerinde olduğu gibi, uzun süreler sonunda yapılacak büyük oranlı bir kur değişikliğine gerek kalmaz. Böylece ekonomi büyük kur ayarlamalarının şokundan kurtulmuş olur.

Bürokrasiye gerek olmaması: Değişken kur sistemi fiyat mekanizmasına dayalı, basit ve uygulaması kolay bir sistemdir. Kurlarla ilgili olarak hükümetin karar almasına ve denetimde bulunmasına gerek yoktur. Böylelikle sistem gereksiz bürokrasiyi önler.

Esnek Kur Sistemine Karşı Görüşler

Dış ticaret ve mali akımları caydırma: Sürekli değişen kurlar uluslar arası ekonomik belirsizlik doğurarak riskleri artırır. Bu da uluslar arası ticari ve mali akımları engelleyici etki yapar. Gerçi kur riskine karşı vadeli piyasalarda korunma olanağı vardır. Ama bu önemli bir maliyeti gerektirir. Ayrıca bazı ülkelerde bu piyasalar henüz kurulmuş dahi değildir.

Yurt içi enflasyonu artırma: Esnek kur sistemleri enflasyonu hızlandırır. Çünkü kurlar yükselince ham madde ve gıda maddelerinin fiyatları yükselir. Bu da ücretleri ve sanayide maliyetleri artırır. Oysa kurlar düşünce ücretlerde ve öteki girdilerde bir düşme olmaz. Dolayısıyla döviz kurlarının fiyatlar üzerindeki etkisi tek yönlüdür; bu da artış doğrultusundadır. Buna rachet effect denir.

Esnekliklerin düşük olması: Döviz kurlarındaki ufak bir değişmenin dış dengeyi sağlayabilmesi için döviz arz ve talep esnekliklerinin yüksek olması gerekir. Bu esnekliklerin değerinin yüksek olmadığı durumlarda belirli bir dış dengesizliği giderebilmek üzere çok büyük kur değişmelerine gerek vardır. Hatta, eğer esnekliklerin değeri Marshall - Lerner koşulunu sağlayamıyorsa (ihracat ve ithalat esneklikleri toplamı 1 den büyük değilse) kur değişimi dış dengenin oluşumuna hiç katkı yapmaz.

İstikrar bozucu spekülasyon: Sabit kur sistemini savunanlar değişken kur sisteminin istikrarı bozucu spekülasyona yol açacağını, bunun da kurlardaki istikrarsızlığı hızlandıracağını iddia ederler. Ancak bununla ilgili bir kanıtları yoktur. Esnek kur savunucuları ise bu sistemde spekülatör davranışlarının istikrar bozucu değil, istikrar sağlayıcı olduğunu ileri sürerler. Ayrıca serbest kur sistemi savunucularına göre 1973 ten sonraki dönemde 1960'lardaki gibi büyük mali istikrarsızlıkların yaşanmamış olması bu sistemin sanıldığı kadar sakıncalı olmadığını göstermektedir.


 

Euro-Bond Piyasası

Euro-bond piyasası, yirminci yüzyılın ikinci yarısında gelişmiştir. Döviz karşılığı satılan ve sürümü uluslararası mali aracılık sendikaları aracılığıyla gerçekleştirilen tahvillere "Euro-bond" denilmektedir.

Euro-bond işlemlerine ait haberler ve istatistikler, Association of International Bond Dealers tarafından yayımlanmaktadır. Euro-bond'ların çeşitli tipleri vardır: Hisse senedine çevrilebilir tahviller, indeksli tahviller, portföy tahvilleri ve mülkiyet hakkına dönüştürülebilir tahviller gibi.


 

Faiz

Belli bir paranın iade şartı ile belli bir zaman kullanılmasına karşılık verilen kiraya faiz denir. Kira müddeti kiraya verilen meblağın miktarı ve kira bedeli, faiz tutarının azalıp çoğalmasında esaslı rol oynar. Basit faiz ve bileşik faiz olmak üzere iki çeşit faiz vardır.

Basit faiz hesaplarında faize verilen miktar sabittir. Faiz tutarı ayrıca hesaplanır. Bileşik faiz hesaplarında her dönemin faiz tutarı ana paraya eklenir ve böylece bulunan tutar yeni kapitali teşkil eder. Bileşik ve basit faiz hesaplamalarda faiz süresi 1 yıldan az olabilir.

Borç alan ve veren arasındaki münasebetler ve anlaşmalar, hesaplama yöntemleri ve yasal düzenlemeler dikkate alındığında çok çeşitli faiz kavramları ortya çıkar (kanuni faiz; temerrüd faizi; iç faiz; dış faiz; peşin faiz; vb). Bankalarda alacaklı ve borçlu cari hesaplara Hamburg metodu, direkt metod veya endirekt metod denilen hesaplama yöntemleri ile faiz verilir. Bankalarımızda borçlu hesaplarda yıllık gün sayısının 360 alacaklı hesaplarda 365 olarak alınması teamül halindedir.

Faiz Oranı

Faiz sermayenin geliridir ve yüzde ile ifade edilir. Kelimenin en yaygın kullanışına göre faiz, kredi işlemlerin de uygulanan, fon alışverişinde oluşan bir fiyattır. Faiz kavramı ile fonların ödünç verilmesi kavramı arasındaki bağ konusunda uygulamada tam bir açıklık olmasına karşılık, iktisat teorisinde faiz çok değişik şekillerde işlenmiş ve faizin haklılığı, özü, rolü ve belirlenmesi teorik tartışmaların konusu olmuştur.

Faiz oranı herhangi bir fiyat gibi piyasada arz ve talep güçlerinin karşılıklı etkisiyle belirlenirken, para otoritelerinin geniş müdahalelerine konu olmuştur. Bu müdahaleler ya doğrudan ya da dolaylıdır. Faiz oranlarına tavan koyma ve vadesiz mevduata faiz yasağı uygulama gibi doğrudan müdahalelerin yanı sıra, para otoriteleri faiz oranları düzeyini reeskont oranlarını değiştirerek de etkileyebilirler.

Günümüzde faiz oranları para politikası aktarma süreçlerinde araç, parasal ara amaç ve gösterge olarak önemli rol oynamakta, ekonomideki iç ve dış dengelerin oluşmasına katkıda bulunmaktadır.


 

Füzyon

Füzyon, 1890'da, Amerikalı devlet adamı John Sherman'ın tröstler aleyhine kanun çıkarması üzerine, tröstlerin hukuki yapısında yapılan değişiklik sonucu ortaya çıkmıştır. Kaynaşma diye de adlandırılan bu yeni birleşme çeşidinde, dağılmış bulunan tröste dahil işletmeler, tek bir büyük şirket şeklinde ve tek yönetim altında birleştirilmiştir.

Dağılan şirketin hissedarlarına da yeni kurulan şirketin hisseleri verilmiştir. Rocekfeller gibi büyük işadamlarının sistemi, vergi yükü getirmesi, pahalı bürokratik işlemlere yol açması gibi nedenlerle eleştirmeleri üzerine yeni bir birleşme çeşidi olan holdingler ortaya çıkmıştır.


 

Gelişmekte Olan Piyasalar

Gelişmekte olan menkul kıymet piyasaları farklı şekillerde tanımlanabilir. Bir yandan "gelişmekte olan" tanımı küçük ve durağan piyasalar karşısında belli bir gelişme sürecine giren, büyüyen ve gittikçe karmaşıklaşan piyasaları ifade edebileceği gibi diğer yandan da gelişme potansiyeline sahip olduğu varsayımı altında, kalkınmakta olan ekonomilerdeki tüm piyasaları ifade edebilir.

IFC, gelişmekte olan menkul kıymet piyasalarının belirlenmesinde ikinci tanımı daha uygun bulmaktadır. Buna göre gelişmekte olan ülkelerdeki tüm menkul kıymet piyasaları, gelişme düzeylerine bakılmaksızın gelişmekte olan menkul kıymet piyasaları kapsamı içerisinde değerlendirilmektedir.

Bazı gelişmekte olan ülkelerdeki borsalar son yıllarda bir çok gelişmiş ülke borsasından daha büyük işlem hacmine ulaşmış bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak Brezilya, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Meksika, Arjantin, Malezya ve Endonezya verilebilir. IMKB ise en hızlı gelişen borsalardan biri olup, bir kaç yıla kadar yukarıda adı geçen 8 büyük gelişmekte olan ülke borsasının arasına girmeye adaydır.


 

Gayrisafi Milli Hasıla

Ulusal bir ekonomide belirli bir sürede (genellikle bir yıl) üretilen mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarıyla ifade edilen değerlerinin toplamı. Buna alıcı fiyatlarıyla GSMH denir. Bundan vasıtalı vergiler ve sübvansyonlar çıkartıldığında buluna büyüklüğe ise faktör fiyatlarıyla GSMH adı verilir. Ulusal ekonominin etkinlik düzeyinin analizinde elverişli bir gösterge olarak kabul edilir.

Safi milli hasıladan, amortisman (yıpranma) paylarını da içermesiyle ayrılır. Hesaplanması oldukça zor bir ekonomik büyüklüktür, bir mal ya da hizmetin değerini çift sayılmasının önlenmesi gerekir. Hesaplanmasında gelir ya da giderin temel alınmasına göre değişik yöntemler uygulanır. Yaygın hesaplama yöntemi, kişisel tüketim harcamalarına gayri safi iç yatırım ve net dış yatırım ile devlet harcalamalarının eklenmesidir.

Ekonomideki üretim etmenlerinin gelirlerinin toplanması yoluyla da hesaplanır. Hesaplamalarda piyasa fiyatları kullanıldığından, analizlerin sağlıklı olması bakımından belirli bir yılın fiyatları sabit kabul edilerek gelişmeler buna göre değerlendirilir.


 

Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı

Gayrimenkul, ülkemizde yıllardır devam eden enflasyonist ortam nedeni ile her zaman popüler bir yatırım aracı olmuştur. Ancak, genel olarak Türkiye'de gayrimenkul alımının şekli, batılı ülkelerdeki alım şeklinden farklıdır. Ülkemizde gayrimenkul yatırımlarının tamamına yakınının finansmanı özkaynaklardan (nakit) sağlanırken, istatistiklere göre ABD'de inşaat yatırımlarının %70'lik bir kısmı kurumsal sermaye tarafından yapılmaktadır.

Türkiye'de ise bu oranın %5 seviyesinde kaldığı gözlenmektedir. Aynı zamanda, Türkiye'de bu yatırımların %3'üne yakın bir kısmı sermaye piyasası araçları ile finanse edilirken, aynı oran ABD'de %60'tır. Bu farklılığın temel nedeni, yıllardır devam eden yüksek enflasyon ve faiz ortamı nedeniyle kullanımı mümkün olmayan uzun vadeli kredilerdir.

Gelişmiş batı ülkelerinde ekonomik büyümeye katkı sağlayan sektörlerin başında gelen gayrimenkul yatırım sektörü, faizlerin düşmesi ile birlikte önümüzdeki dönemde yatırımcıların gözdesi haline gelebilir. Önümüzdeki dönemde kurumsal kimlikleri ile planlı gayrimenkul yatırımlarını teşvik edecek gayrimenkul yatırım ortaklıkları ile kaliteli, uygun fiyat ve ödeme şartları ile gayrimenkul sahibi olmak mümkün olabilecektir.

Dünya'da GMYO'lar

İlk örneklerine 20. yüzyılın başında rastlanan GMYO'lar, Amerikan sermaye piyasalarının ürünüdür. Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları, gayrimenkul ve gayrimenkul projelerine yatırım yapan şirketlerdir. Genel olarak, yatırımcıların küçük birikimlerini birleştirerek işmerkezleri, otel ve alışveriş merkezleri gibi projelere yatırım yapmaktadırlar.

1990'ların sonunda ABD'de sermaye piyasalarında işlem gören GMYO'ların toplam piyasa değeri USD 8,7 milyar iken, pazardaki en büyük GMYO'nun piyasa değeri USD 700 milyondu. Ancak, 2000'in sonunda aradan geçen 10 yılın ardından ABD'de sermaye piyasalarında işlem gören GMYO'ların toplam değeri USD 138.8 milyara ulaşırken pazarın en büyük şirketinin piyasa değeri ise 10 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakam 10 sene öncesinin gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörünün toplam büyüklüğünden daha da büyüktür.

Türkiye'de GMYO'lar

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), ilk olarak 1995 yılında gayrimenkul ya da gayrimenkule dayalı sermaye piyasası araçlarına yatırım yapmak üzere kurulacak gayrimenkul yatırım ortaklıkları ile ilgili düzenleme yapmıştır. Daha sonra bu düzenlemeler uygulamada karşılaşılan sorunlar nedeniyle 1998'de revize edilmiştir. Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları (GYO)'lar tüzel kişilik olarak kurumlar vergisi ve gelir vergisi stopajından istisna tutulmuşlardır. Bu ortaklıklardan kar payı elde edenler için 4369 sayılı kanun ile 01.01.1999 tarihinden itibaren vergi muafiyeti kaldırılmıştır.

GYO'lar, İMKB'de işlem gören diğer şirketler gibi A.Ş. statüsündelerdir. Fakat diğer şirketlere göre 3 önemli farklılıkları vardır. Birincisi, faaliyetlerini Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarına İlişkin Esaslar Tebliği'ne göre yürütmeleri, ikincisi vergi muafiyetine sahip olmaları, üçüncüsü ise çıkarılmış sermayelerinin %49'unu halka arz etmek zorunda olmalarıdır. SPK tebliğine uygun olarak GYO'lar kurulu ya da dönüşüm işlemlerinin tamamlanmasını takip eden 1 yıl içinde hisse senetlerinin kayda alınması talebiyle SPK'ya başvurmak zorundadırlar.


 

Halka Arz

Şirketler hukukunda önem arzeden bir kavramdır. "Anonim ortaklıklar"ın tedrici kurulma şeklinde, ana sözleşmenin düzenlenmesinden ve Ticaret Bakanlığı'ndan izin alınmasından sonra ortaklık hisseleri halka arz edilir.

Kurucular hiç sermaye taahhüdünde bulunmamışlarsa, tüm sermaye halka başvurularak taahhüt ettirilebilir. Kurucuların çağrısı üzerine, ortaklıkta pay sahibi olmak isteyenler bir katılma taahhütnamesiyle ortaklığa katılma talebinde bulunurlarü Hukuken hisselerin halka arzı bir "icaba davet ", katılma taahhüdü de "icap"tır.

Ortaklık kurucuları bu icabı kabul zorunda değildirler. Bu şekilde hisselerin halka arzı, hisseli komandit şirketlerde de yumuşatılmış şartlar altında geçerlidir. Bunların yanı sıra, anonim şirketlerin ödünç para bulmak için tahvil çıkararak halka arz etmeleri söz konusudur.

Tahviller, kıymetli evrak niteliğine sahiptirler ve nama ya da hâmile yazılı olabilirler. Anonim şirketlerin halka arz edebilecekleri tahvil tipleri hukukumuzda şunlardır: Primli, ikramiyeli, kâra katılma hakkı veren, teminatlı, değişir kıymetli, pay senetleriyle değiştirilebilir tahviller.

Genel Kurul, tahvil çıkarılmasına ilişkin olarak karar aldıktan sonra, tahviller halka arz edilecekse bir izahname hazırlanır. Bununla, gerekli bilgiler halka duyurulur. İzahname bir icaba davet niteliğindedir. Tahvilleri satın almayı taahhüt eden kişiler de icapta bulunmuş olurlar. Ortaklığın kabul etmesiyle sözleşme tamamlanmış olur. Bu sözleşme, bir ödünç sözleşmesidir.

Halka Arz Yöntemleri

Aile şirketleri veya bir kaç ortağın bulunduğu şirketler, yukarıdaki sebeplerden biri veya birkaçını özönüne tutup halka açılmayı düşünüyorsa, kullanabileceği birkaç metod vardır ve genellikle bir danışman aracı kuruluş kullanıldığından, aracı kuruluşun hazırlayacağı öneriler arasından, şirket yönetimi en uygununu seçecektir. Çok fazla halka açılma metodu olduğundan biz burada belli başlı bir kaçını kısaca anlatmakla yetineceğiz.

Sabit Fiyatla Talep Toplama Yöntemi, bu metodda şirket ortakları yapılmış olan önfizibilite çalışmaları ışığında belli bir fiyat ve arz edilecek hisse miktarı belirlerler. Bu ilgili yatırımcı grubuna sunulur ve isteyen kişilerden talepleri toplanır. En sonunda hisselerin karşılığını yatırmış olan yatırımcılara hisse senetleri dağıtılır. Bu metodda aracı kurum sadece yatırımcılar ile şirket arasında elçilik görevi görebileceği gibi, bu halka arzı kendisi de üstlenebilir (underwriting). Underwriting anlaşması çerçevesinde arzı kendisi üstlenen bir aracı kuruluş, hisselerin tamamını satmayı taahüt eder. Eğer satamadığı senet olursa, bu durumda satılamayan kısmı kendisi almakla mükelleftir.

Halka açılacak senetler, sermaye arttırımında ortakların rüçhan haklarının kısıtlanması yoluyla (şirket yapmayı düşündüğü bedelli sermaye artırımına mevcut ortakların kullanım haklarını kısıtlar ve primli fiyattan bu tutarlar halka arz edilir) olabileceği gibi, ortakların payından satılması yoluyla da olabilir.

Fiyat Teklifi Alınması Yöntemi, bu metodda şirket belli bir taban limitin altında olmamak koşuluyla senetler için teklif edilen fiyatlar alınır ve nihai karara göre hisseler satılır. Bir başka metod ise, gelişmiş ülkelerde sıkça kullanılan, senede dönüştürülebilinen tahvil ihraç etme yoluyla (convertible bonds) olabilir. Burada, şirket yatırımcılara tahvil ihraç eder ve bu tahvilde, tahvil sahibine önceden belirlenen bir fiyattan hisse senedi alma hakkı verilir. Eğer tahvil sahibi (bondholder) ileride oluşacak konjektürde fiyatı uygun bulursa tahvilini hisse senediyle değiştirir.


 

Hazine Bonosu

Hazine bonoları, vade tarihinde alacaklıya ödenecek devlet borcudur. Borçlu durumunda olan, Hazine'dir. Merkez Bankası, ticaret bankaları ile öbür mali aracılar, şirketler veya özel kişiler alacaklı olabilirler.

Hazine bonoları, kamu sektörünün dalgalı borçları arasında yer alır. Hazine bonolarının ara piyasasındaki dolaşım hacmi ülkelere ve dönemlere göre çok değişik olabilir. 1950'li yılların başlangıcında, Londra kliring bankalarının toplam plasmanlarında, hazine bonolarının payı %24'e ulaşmıştı. 30 Haziran 1967'de, Amerika ticaret bankalarının ticaret ve endüstri firmalarına açtıkları krediler 84 milyar dolar ve hazine ile mahalli idarelere tahvil ve bono karşılığı verdikleri borç ise 101 milyar dolar tutmaktaydı.

Hazine bonolarının başlıca iki tür. vardır: Senetli bonolar ve cari hesap bonoları.

Senetli bonolara, formüllü bonolar da denilmektedir. Formüllü bonolar sabit vadeli veya müterakki faizli olabilir. Borç ve faiz miktarları indekslenebilir.

Sabit vadeli hazine bonoları, günü geldiğinde ödenir veya yenileri ile değiştirilir. Vadesinden önce de para piyasasının günlük faiz oranlarına göre nominal fiyatlarının üstünde veya altında devredilebilir. Para piyasasında faiz haddi yükselince, dolaşımdaki hazine bonolarının fiyatı düşebilir. Faiz haddi düşünce, durum tersinedir ve hazine bonoları kurlarının yükselmesi beklenir. Sabit faizli hazine bonoları, genellikle 1 veya 2 yıl vadelidir. Vadenin daha kısa veya daha uzun olduğuna da rastlanabilir.

Müterakki faizli yahut artan faizli hazine bonoları, değişken faizlidir. Bu tip bonoların asgari vadesi 3 ay olup, sahibi dilerse hiçbir işleme bağlı olmaksızın 3 yıla dek uzatılabilmektedir. Dolaşıma çıkarılmasından üç ay sonra ödenmesi talep edilen bonolara asgari faiz uygulanmaktadır. Süre uzadıkça, faiz oranı da yükseltilmektedir. Böylece, ellerinde bono bulunanlar uzun süretutmaya teşvik edilmektedir.

İkinci tür, cari hesap bonolarıdır. Cari hesap bonoları, kaydi borç'tur. Bunlar, devredilebilir senet değildir. Hazinenin borcu, Merkez Bankası'ndaki kayıtlarda tutulur. Cari hesabın alacaklıları, genellikle mali aracılar ve bazı büyük firmalardır. Cari hesap bonolarının başlıca üç avantajı vardır. Borcun maliyeti, formüllü bonolardan ucuzdur. Hazine, pazarlama masraflarından tasarruf sağlayarak fon temin edebilir. Devletin kimlere borçlu olduğu kayıtlardan izlenebilir.


 

Hedging

Vadeli piyasa işlemlerinde fiyat değişikliklerinden zarara uğramamak için alıcının veya satıcının hedging yapması mümkündür. Bir bankanın müşterisine (1 dolar = 2,5 mark) hesabıyla bir ay vadeli dolar satışı yaptığını göz önüne getirelim. Sattığı doların miktarı 1 milyondur. Fiyat, satış anındaki kurdur; ancak dolarları bir ay sonra teslim edecektir. Vade tarihine değin dolar kuru 2,7 marka yükselirse, banka 200 bin mark zarara uğrayacaktır.

Bankalar, genellikle açık pozisyon riski altına girmezler. Müşterisine bir ay vadeli dolar satan banka, simultane, yani aynı anda yaptığı ikinci bir vadeli operasyonla 1 milyon dolar satın alır. Vade tarihinde dolar 2,7 marka yükselmiş olursa, birinci operasyondan uğrayacağı zararı ikincisinin kârı kapatır.


 

Holding

Holding, iktisadi gücün belli ellerde toplanması ve iktisadi büyümenin sağlanması amacıyla başka şirketlerin hisselerini elde ederek bunları kontrol altına alan kuruluştur. Günümüzde çok rastlanan birleşme tiplerinden biri olan holdingleri, tröst veya kartel gibi diğer birleşme tiplerinden ayıran en önemli özellik, bağlı şirketlerin hukuksal kişilik sahibi ve bağımsız olmalarıdır.

Holding, mülkiyet edinme, kontrol ve yönetim mekanizmasını şirketlerin hisse senetlerine sahip olarak gerçekleştirmektedir. Bu kontrol için gerekli şart olmamakla birlikte, holding, sahip olduğu hisse senetleri ile diğer şirketlerin yönetiminde yarıdan bir fazla oyu sağladığında, bu şirketlerin mutlak kontrol ve yönetimine sahip olmaktadır.

Küçük hissedarların çok sayıda olduğu şirketlerde ise holdingin sadece oylu hisseleri elde etmesi, yönetimde etkin rol oynaması için yeterli olmaktadır. Diğer taraftan, bu şirketler hukuken bağımsız olduklarından karşılaştıkları riskler şirketlerin faaliyetlerini etkilemektedir. Şirketlerin, dolayısı ile sermayenin, değişik alanlara dağılmış olması, iştiraklerin birinin kârının diğerinin zararını kapatmasını sağlamaktadır.

Aynı şekilde holding, şirketlerin serbest fon kaynaklarının birinden diğerine aktarılmasında köprü rolü oynamaktadır. Bu da holdinglerin yüksek kârlara sahip olması ve mali açıdan güçlü olmaları sonucunu doğurmaktadır.

Holdingleşme ilerledikçe bazı sakıncaları da beraberinde getirmektedir. Çünkü kâr olanağının artması ile birlikte, şirketin satış ve kazançlarında da risk olasılığı artmaktadır. Dolayısı ile birleşmenin yönetim ve kontrolü de giderek güçleşmektedir.

Holdinge bağlı şirketlerin hisse senetlerinin yüksek değer kazanmaları, holding sermayesini abartmalı olarak yükseltmektedir. Bunun sonucunda holding hisse senedi ve tahvil çıkarırken, kredi alırken, holdingle ilişkisi olmayan kişileri yanlış bir değerlendirmeye itecektir. Diğer taraftan, holdingin bağlı şirketlerine sunacağı hizmetleri yüksek bedellerle yapması bu şirketlerin maliyetlerinin artmasına neden olabilmektedir.


 

İmtiyazlı Hisse Senedi

Türk Ticaret Kanunu, "kurucu" ya da "müessis" hisse senedi diye bir kurumu düzenlememiştir. Bununla beraber, uygulamada, bazı anonim ortaklıkların esas sözleşmelerinde bu kavrama öteden beri yer verilmektedir.

Aynı şekilde, doktrinde de bir kısım yazar, kurucu hisse senetlerini, anonim ortaklıkların kuruluşunda ya da sermaye artırımında kuruculara veya kuruluş ile sermaye artırımında önemli yararı görülen diğer kişilere esas sözleşme hükmü ile tanınan, sahiplerine TK. M. 298 sınırları içinde kâra katılma hakkı sağlayıp başkaca bir hak vermeyen, kurucu haklarını temsilen düzenlenen, nama yazılı bedelsiz hisse senetleri olarak tanımlamaktadırlar.

Bir anonim ortaklıkta kimlerin kurucu sayılacağı, TK. M. 278'de gösterilmiştir. Buna göre, ana sözleşmeyi düzenleyerek imza eden ve sermaye olarak sözleşmede belirlenen parayı ya da paradan başka bir şeyi koymayı taahhüt eden pay sahipleri, ani kuruluş açısından kurucu sayılırlar. (TK. m. 278/1)

Tedrici kuruluşta, ana sözleşmeyi düzenlememek ve imza etmemekle beraber, paradan başka bir şeyi sermaye olarak koyanlar da kurucu sayılır. (TK m. 278/2) (Ne var ki, Sermaye Piyasası Kanunu'nun 12. maddesi karşısında, günümüzde halka açık anonim ortaklıklarda ayni sermaye getirmek çok güçleşmiş, en azından halka arz edilen hisse senetleri bakımından, nakden ödeme zorunluluğu nedeniyle imkânsız hale gelmiştir.)

Nihayet, kurucular, yukarıdaki işlemlerden birini üçüncü bir kişi hesabına yaptıkları takdirde, bu kişiler de kuruluştan doğan sorumluluk bakımından kurucu kabul edilirler (TK. m. 278/3). TK, kurucu hisse senedini düzenlememekle beraber, m. 279/2, b.5, 281, 289, 298 ve 300/2, b.6'da "kuruculara sağlanabilen özel menfaatler" kavramından söz etmiştir. Bu özel çıkarlar, ortaklığın, pay sahibi olup olmadıklarına bakılmaksızın bizzat kuruculara ya da buna benzer kişilere kuruluş işlemlerini gerçekleştirmeleri ve ortaklığın oluşmasındaki hizmetleri karşılığında sağlanan özel yararlardır.

Bu konudaki TK. m. 298, kurucuların ortaklığı kurdukları sırada harcadıkları emeğe karşılık, para ya da bedelsiz hisse senedi alamayacaklarını, fakat ortaklığın elde ettiği kârdan, TK. m. 466/1'de yer alan yedek akçe ile pay sahipleri için %5 kâr payı ayrıldıktan sonra, kalanın onda birini kendilerine tahsis edebileceklerini öngörmekte ve bu gibi çıkarlar karşılığında kuruculara verilecek senetlerin nama yazılı olmasını zorunlu kılmaktadır.

Görüldüğü gibi, yasa koyucu, TK. m. 298'de, kuruculara sağlanacak menfaatler karşılığında verilecek senetlerin nama yazılı olacağını belirtmiş, fakat bunların hukuki niteliğini açıklamamıştır. Hukukumuzda bazı yazarlar, TK. m. 298'de sözü edilen senedin, pay (hisse) senedi olduğunu ileri sürmüş, diğer bazıları, bunu sadece kuruculara kârdan pay sağlayan kıymetli evrak olarak tanımlamış, nihayet son bir grup da, bunun TK. m. 402 ve 403 bağlamında bir intifa senedi olduğu görüşünü savunmuşlardır.

Bizce, kurucular harcadıkları emeğe karşılık para ya da bedelsiz hisse senedi alamamakla beraber, paylarının imtiyazlı olacağını kararlaştırabilirlerü Bu durumda, içinde kurucuların bulunduğu bir grup pay sahibi, diyelim kârdan imtiyazlı bir biçimde yararlanır. Ne var ki, kurucu hisse senetleri deyimi ile kastedilen, bu imtiyazlı pay (hisse) senetleri değil, aksine TK. m. 298'de düzenlenen senettir.

İşte, TK. m. 298 uyarınca sağlanan menfaat, hisse senetlerinden ayrı olarak bağımsız bir senette tecessüm ettirilmek isteniyorsa, ancak intifa senedi çıkarılabilir. Gerçekten, anonim ortaklıkta, hisse senedi ya da tahvil sahipliğine bağlı bulunmaksızın herhangi bir kişiye ortaklık kârından yararlanma olanağı veren senetler, sadece intifa senetleridir.

Olağan intifa senetlerinin aksine, kurucu intifa senetleri, ancak ilk anasözleşme ile oluşturulabilir ve bunlara sağlanabilecek kâr payı sınırlandırılmıştır. Anonim ortaklıkta, esas sermaye muayyen olduğu ve alacaklılar ile pay sahiplerinin korunmaları bakımından sermayenin bölümlerini oluşturan hisse bedellerinin tümü ile ödenmesi gerektiği, yani bedelsiz hisse senedi çıkarmak mümkün olmadığı için, kuruculara tanınan menfaati temsilen çıkarılabilecek senetler, hisse senedi değil, intifa senedi olarak adlandırılmalıdır.

Bizce TK. m. 403'ün genel nitelikteki bir kural olmasından hareket edilerek, TK. m. 298'de getirilen sınırlandırmanın, sadece kâr payına ilişkin olduğu ve tasfiye artığından yararlanma hakkına uygulanamayacağı kabul edilmelidir.

Kurucu intifa senedi çıkaracak bir anonim ortaklık, kuruculara sağlayacağı bu menfaatleri ana sözleşmede göstermeli ve ayrıca tescil ve ilan ettirmelidir. Hukukumuzda, kuruluştan sonra ve özellikle, sermaye artırımlarında, kurucu intifa senedi çıkarılabilip çıkarılamayacağı tartışmalıdır.

Bazı yazarlar, TK m. 402/2'de yer alan kuralın, emredici nitelikte olmakla beraber, kesin bir yasak getirmediğini, bütün pay sahiplerinin rıza göstermeleri, yani oybirliğinin sağlanması halinde, sonradan da kurucu intifa senedi çıkarabileceğini ileri sürerken, diğerleri, soruna gelecekteki pay sahipleri açısından bakmak gerektiğini söyleyerek bunu reddetmektedirler.

Bizce, pay sahipleri, kuruluşu izleyen yıllarda ortaklığın oluşmasındaki katkılarının büyüklüğüne inandıkları kişileri ödüllendirmek istiyorlarsa, TK. m. 402/2'deki engeli aşabilmelidir. Çünkü, kurucu intifa senetlerinin sonradan çıkarılması halinde, hem alacaklılar zarar görmemekte, hem de pay sahipleri bu karara muhalif kalarak oybirliği koşulunun gerçekleşmesini engellemek olanağını ellerinde bulundurmaktadır.

Nihayet, anonim ortaklığın kuruluşundan sonra, üstelik, TK. m. 298'de getirilen sınırlandırma ile bağlı olmaksızın, dilediği kadar olağan intifa senedi çıkarabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Yine bizce, TK. m. 392'de kuruluş hükümlerine yollama yapılarak, sermaye artırımlarında da kurucu intifa senedi çıkarılabilmesi mümkün kılınmıştır.

Bütün intifa senetlerinde olduğu gibi, kurucu intifa senetleri de, sahiplerine yönetime katılmak (örneğin genel kurul toplantılarına iştirak etmek), oy kullanmak, iptal davası açmak gibi hakları vermez. İntifa senedi sahibi, anonim ortaklıkta ayrıca pay sahibi ise, hiç kuşkusuz, bu ikinci sıfatı nedeniyle yönetime ilişkin hakları da kullanabilir.

Kurucu intifa senedi sahipleri de, TK. m 429-432'degösterilen hükümlere tâbi bir kurul oluşturur. Bunlara tanınan haklar, rızaları olmadıkça ellerinden alınamaz. Daha önce de değindiğimiz gibi, kurucu intifa senetleri, sadece nama yazılabilir. Ortaklığın, bu senet sahipleri için bir intifa senedi sahipleri defteri tutması gerekir.

Nama yazılı hisse senetlerinin aksine, kurucu intifa senetleri, alacağın temliki ve teslim sureti ile devrolunabilir. Anonim ortaklığın esas sözleşmesi ile, devrin güçleştirilmiş ya da tümü ile yasaklanmış olması da mümkündür. Hukukumuzda, SPK m. 36/2 uyarınca, yatırım ortaklıklarının kurucu intifa senedi çıkarmaları yasaklanmıştır.


 

İstihdam

Sözlük anlamı, kullanım, çalışma veya çalıştırma demektir. İstihdam sözcüğü ve ona bağlı olarak türetilen "aşırı, tam ve eksik istihdam" gibi kavramlar ekonomi yazınında biri geniş diğeri dar iki anlamda kullanılır. Geniş anlamıyla istihdam, bir ekonomide belli bir dönemde tüm üretim faktörlerinin (Emek, Sermaye, Doğal kaynaklar ve Girişimci) varolan teknolojik düzeye göre ne ölçüde kullanıldığıdır.

Bu anlamda "tam istihdam", bir ekonomide varolan tüm emeğin, sermayenin, doğal kaynakların ve girişimcilerin üretime katılması, tümünden yararlanılması anlamına gelir. Dar anlamda istihdam kavramı ise, üretim faktörlerinden yalnızca emek faktörünün kullanımıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde "tam istihdama ulaşmak", bir ekonomide bulunan işgücünün tümüne iş bulmak demektir.

Aşırı istihdam, bir ekonomide var olan üretim faktörlerinin üzerindeki faktör kullanımını, eksik istihdam ise mevcut faktörlerin yeterince kullanılamamasını ifade eder. Bu iki durum istikrarsızlık durumlarıdır. Birinci durumda borçlanma, ikinci durumda işsizlik görülür.


 

İthalat

Başka ülkelerde üretilmiş malların, ülkedeki alıcılar tarafından satın alınması. Dışalım da denir. İhracatın karşıtıdır ve onunla birlikte bir ülkenin dış ticaret dengesini oluşturur. İthalat, özel ya da tüzel kişilerce, kamu iktisadi kuruluşları ya da devlet tarafından doğrudan yapılabilir.

Çeşitleri

1. Akreditifli İthalat: Alıcı, malın sevkinden önce bir banka aracılığıyla satıcının bulunduğu yerdeki bankası nezdinde malın sevk belgesinin teslimi karşılığında ödenmek üzere kredi açtırmasıdır.

2. Mal Karşılığı İthalat: Malın gümrüklenmesi işleminden sonra bedelini ödeyerek belgenin çekilmesi ile gerçekleşen ithalat.

3. Bedelsiz İthalat: Gümrük vergisi olmaksızın ülkeye sokulan mallar (özel eşyalar, hediyeler vb).

4. Belge Karşılığı İthalat: Malın gelmiş olma şartı aranmaksızın, malın ithalat yapılan ülkeden yola çıkarılmış olduğunu gösteren belgenin bedelini ödeyerek bankadan belge alınması ile gerçekleştirilen ithalattır.

5. Kredili İthalat: Bedeli daha sonra ödenmek üzere yapılan vadeli ithalat.

6. Geçici Kabullü İthalat: İhraç etme amacıyla yapılan ithalat.

7. Ankonsinyasyon İthalat: Satışın yapılması ve belirli bir vade sonunda mal bedelinin transfer edilmesi şartıyla yapılan ithalat.


 

Toplam Kalite Yönetimi

Bu sistemde kollektif karar alma ve bireysel sorumluluk özellikleri vardır. Toplam kalite yönetiminin beslendiği en önemli kaynak, kalite çalışmalarıdır. Vitrinlere yeni çıkmasına rağmen, köklerini bu konuda var olan en eski çalışmalara kadar dayandırmıştır.

“Bir inşaat ustasının inşa ettiği bir ev, ustanın yetersizliği nedeniyle yıkılır ve ev sahibi ölürse, o usta da öldürülecektir” diyen İ.Ö. 2150’deki Hammurabi Yasaları, bu konuda verilen iyi bir örnektir.

Kronolojik sırada sayarsak, 13. yüzyıldaki çıraklık ve esnaf loncaları, 1800’lerdeki ustalık çalışmaları, 1900-1940’lar arası muayene çalışmaları, 1940-1970’ler arası prosesin kontrolu çalışmaları, 1970-1980’ler arası prosesin tasarımı çalışmaları, 1980’lerden sonra ise ürünün tasarımı çalışmalarında hep kaliteden bahsedilmektedir.

Kalitenin organizasyonlarda yer almaya başlaması, özellikle Henry Ford’un ürün kalitesine değil, sayısına odaklanan montaj hattı anlayışına tepki ile başladı. Bu tarz üretim anlayışının doğal sonucu olarak kaliteden ödün veriliyordu. Muayene çalışmalarını ve organizasyonları takiben, 1924 yılında İstatistiksel Kalite Kontrol uygulamaları ortaya çıktı. Kurumsallaşma başladı.

1946’da Amerikan Kalite Kontrol Derneği kuruldu. 1950’lerde savaşın yaralarını sarmak isteyen Japonya, Deming’in öncülüğünde başlattığı kalite çalışmalarıyla dünyanın dikkatini çekti. 1951 yılında Feigenbaum, “Toplam Kalite Kontrol” adlı kitabını yayınlandı. Bu durum, o zamana kadar “düzeltmeye yönelik” olan kalite çalışmalarına, “önlemeye yönelik” yeni bir bakış açısı kazandırıyordu.

1970 ve 80’li yıllarda ise kalite, işletmelerin ve hizmet kuruluşlarının tüm fonksiyonlarına kadar girdi. Toplam kalite yönetimi, aslında, hedefi kaliteyi yönetmek olan, kapsamlı ve toplam işletme planıdır. Ancak toplam kalite yönetimi bu tanıma varıncaya kadar, zaman içerisinde değişen gereksinimlere göre değişik tanımlara da sahip oldu. Bu tanımlar, belli bir gelişim sırası içerisinde şöyle sayılabilir: Kalite muayene, kalite kontrol (önleme ve istatistik), kalite güvence (önleme, belgelendirme, ISO 9000), Toplam Kalite Yönetimi (yaşam biçimi, katılımcılık, müşteri odaklılık, sürekli gelişim, sorun çözme, süreç geliştirme, yetki devri).

Toplam kalite yönetimi, uygulandığı kuruluşların organizasyon yapılarını da etkilemiştir: Kalite yönetimi başlığı altında, kalite denetimi, kalite mühendisliği, kalite kontrol, kalite iyileştirme fonksiyonlarına rastlamaktayız.

Toplam kalite yönetimi uygulamalarından, günümüzde proje yönetimi, kıyaslama gibi çok sayıda ve daha spesifik uygulamalara geçen en önemli yetenek, sürekli ve sonsuz iyileştirme çevrimidir. Buna "Deming Çevrimi" de denilir ve dört aşamadan oluşur: Planla, Kontrol et, Düzelt, İyileştir.


 

Kambiyo Senedi

Türk Ticaret Kanunu'nun 3. Kitap 4. faslında yer alan "Kambiyo Senetleri" terimi altında poliçe, emre muharrer senet ya da bono ve çek söz konusu edilmektedir. Kambiyo senedi terimi, İsviçre Kanunu ve doktrindeki "Effets de Change" teriminin çevirisi olarak görünmektedir.

Türk doktrininde bazı yazarlar, kambiyo senedi yerine "ticari senet" terimini kullanmayı tercih etmektedir. Kambiyo senetlerine özgü nitelikler şunlardır:

*Kambiyo senetlerinde saklı (mahfuz) olan hak senet ile beraber doğar, senetten önce yoktur.

*Kambiyo senetleri kanunen emre yazılı senetlerdir.

*Kambiyo senetleri şekil şartlarına tâbidirler; örnek vermek gerekirse "poliçe" sözcüğünün senet metninde bulunmaması, o senedin poliçe olarak kabulüne engel olur.

*Kambiyo senetleri devir, ödeme, üzerlerine imza atanların hak ve yükümlülükleri, hak sahiplerinin haklarını kullanmak için yerine getirmeleri gereken şartlar, söz konusu senetlere bağlı alacakların takibi, zamanaşımı bakımınlarından özel kurallara tâbidirler.

Kambiyo senetlerinde kanuni veya kazai atıfet mehilleri geçerli değildir.

Bu senetlerin tarihte ilk defa nerede ve ne şekilde kullanıldığı tartışmalıdır. Bazı kaynaklar eski Çin'de VII. ve X. yüzyıllar arasında kambiyo senetlerine benzeyen senetlerin varlığını belirtmektedir. Bugünkü anlamda kambiyo senetlerinin XII. yüzyılda İtalya'da ortaya çıktığı sanılmaktadır.

Kambiyo hukuku ilk defa 1673'te Fransa'da Ordonans ile kanunlaştırılmıştır; yine 1807 Fransız Ticaret Kanunu hükümleri 1673 Ordonansı hükümlerini tekrar etmiştir. Türkiye'de 1850 tarihli Kanunnamei Ticaret'teki kambiyo senetlerine ilişkin hükümler Fransız Ticaret Kanunu'nun bir çevirisi idi.

Ülkeler arasındaki ticari ilişkilerin gelişimi, kambiyo hukukunun birleştirilmesi sorununu ortaya çıkartmıştır. Bu yöndeki uluslararası çalışmalar sonucunda 7 Haziran 1930'da Cenevre'de üç sözleşme kabul edilmiş, bu sözleşmeler, 1 Ocak 1934'te yürürlüğe girmiştir. Türkiye de 1957 tarihli Ticaret Kanunu ile Cenevre Sözleşmesi'ne taraf olmuştur.


 

Karaborsa

Karaborsa, genellikle halk arasında, ucuza mal stoklanıp darlık veya çeşitli nedenlerle kendiliğinden bir mal darlığı ortaya çıktığında eldeki malların çok pahalıya satıldığı ortama verilen addır.

İktisat teorisinde ise karaborsa, mal dengelerini bozan bir idare fiyatın ilanı ile bu fiyatın çok üstünde bir satış bedelinin oluştuğu paralel piyasa olarak tanımlanır.


 

Karın Senetle Dağıtımı

Anonim ortaklıklar, bazen elde ettikleri kârın bir bölümünü pay sahiplerine dağıtmayarak bunu yedek akçelerine ayırırlarü Fakat, şirketin yeni parasal kaynağa gereksinme duyması ve bağımsız bir biçimde kullanabileceği yedek akçelerinin de çok olması halinde, birikmiş, yani daha önce pay sahiplerine dağıtılmayan bu kârlar, bu kez hisse senedi şeklinde ortaklara dağıtılabilir.

Burada dikkat edilecek nokta, kârın hisse senedi şeklinde dağıtılmasının muhakkak bir sermaye artırımını birlikte getirdiğidir. Yalnız bu artırım, ortaklıkta esasen mevcut olan araçlardan yapıldığı için efektif bir artırım niteliğini taşımazü Sözü edilen işlem sonucunda pay sahiplerine verilen hisse senetlerine de "Öz Varlıktan Kaynaklanan" ya da "Yeniden Ödemeyi Gerektirmeyen" (Gratis) paylar adı verilir.

Uygulamada bu tür hisse senetleri için "bedelsiz hisse senetleri" deyimi de kullanılmakta ise de bu yanıltıcıdır. Çünkü, burada da çıkarılan payların bir karşılığı vardır ve bunlar, pay sahiplerine önceki yıllarda dağıtılmayan kârlardır. Pay sahibinin sadece artırımın yapıldığı sırada bir meblağı ödemeyecek olması, bunların bedelsiz olarak nitelendirilmelerini haklı göstermez.

Anonim ortaklıkta birikmiş kârın hisse senedi şeklinde dağıtılmasında izlenecek yöntem, tartışmalara yol açmıştır. Birinci ve bugün eskimiş olan ilk görüş bu durumda yedek akçelerin önce pay sahiplerine geri ödendiği ve sonra pay sahiplerinin bu paraları tekrar ortaklığa verdiklerini kabul ediyor, yani varsayımsal iki işlemin varlığını düşünüyordu. Hiç kuşkusuz, bu görüş hem dağıtıldığı kabul edilen kârın gelir vergisine tâbi kılınması gibi bir sakıncayı doğuruyor, hem de muhasebe teknikleri ile çelişkiye düşüyorduü Günümüzde ise kârın hisse senedi şeklinde dağıtılması sonucunu doğuran sermaye artırımının sadece bir bilanço ve muhasebe işleminden ibaret olduğu görüşü egemendir.

Başka bir ifade ile, bu tür bir artırımda sadece kâğıt üzerinde bilançodaki sermaye kalemi ile yedekler kaleminde bir değişiklik yapılması ve sermayenin artırılan kısmı kadar yedek kaleminin azaltılarak bunun esas sermaye kalemine eklenmesi söz konusudur. Hukukumuzda yeniden değerleme sonucunda, sermayenin artırılması da pay sahiplerine gizli yedek şeklindeki kârdan hisse senetleri verilmesini gerektirmektedir.

Kârın hisse senedi şeklinde dağıtılmasında, dağıtılmaya konu olabilecek yedekler sadece serbest yedeklerdir. Nihayet, bu durumda, esas sermayenin tümü ile ödenmiş olması da zorunlu değildir; çünkü TK m. 391/1, sadece pay sahiplerinin yeni katılma payları taahhüt ederek sermayenin artırılması halinde uygulanan bir hükümdür.


 

Kartel

Kartel sözcüğünün etimolojik kökü Latince'de "charta" ve İtalyanca'da "cartello"dur. Ortaçağ hukukunda, feodal devletlerin birbirlerine savaş açarken gönderdikleri yazılı "bellum justum" gerekçesine "kartel" denirdi. Aynı terim, düelloya davet anlamında da kullanılmıştır.

Devletler hukukunda, kumandanların tutsakları değiştirmek için yaptıkları sınırlı ve geçici anlaşmalar "mübadele karteli" terimiyle ifade edilirdi. Politikada ve ekonomide kullanılan kartel sözcüğünün anlamı, devletler hukukundakinin benzeridir.

Kartel, bağımsız tüzel kişilik sahibi firmaların aralarında rekabete son vermek veya rekabeti sınırlı tutmak amacıyla yaptıkları bir anlaşmadır. Firmaların fiyat politikaları, satış şartları, üretim miktarları, sürüm alanları, yatırım programları, reklam harcamaları, kâr marjları, araştırma bütçeleri, komisyoncu ve pazarlamacılara ödedikleri yüzdeler kartel anlaşmalarına konu olabilir.

Kartellerin etkinliği, anlaşmaya giren firmalar grubunun piyasaya yön verebilecek güce sahip olmasına bağlıdır. Fiyatların yükselmesine, üretimin daralmasına ve tekelleşmeye neden olması, bazı ülkelerde kamu otoritesinin kartelleşme hareketlerine müdahale etmesine yol açmaktadır.


 

Kamu İktisadi Teşebbüsleri

Kamu maliyesi içinde önemli bir yer tutan ve kendine has bazı temel özellikleri olan bir kamu faaliyeti türü de Kamu İktisadi Teşebbüsleridir, Özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra, devletin ekonomik ve sosyal hayata giderek daha çok karışmasının somut yönü, bu teşebbüslerin kurulması ve hızlı bir tempo içinde gelişme göstermesidir. Kendi içinde bu kurumlar ana fonksiyonları itibariyle iki gruba ayrılmaktadırlar. KİT'lerin bir kısmı öncelikli olarak sosyal amaç için kurulmuşlardır. Bu kuruluşlar milli ekonomide ve sosyal hayat içinde gelir dağılımının bölgesel, sektörel, fonksiyonel ve kişisel bakımlarda iyileştirilmesi amacına öncelik vermekte; kar ve rekabet amacını geri planda tutmaktadırlar.

Buna karşılık KİTlerin bir kısmı ise, mümkün olduğu ölçüde fırsat eşitliğine, tam rekabet şartlarına ve özel hukuk kurallarına göre fâaliyette bulunmak ve böylece özel sektör girişimciliğine öncülük ve yol göstericilik görevini yerine getirmek üzere kurulmuşlardır.

Farklı iki amaç için kurulan bu kurumların ortak yönü, ekonomik faaliyette bulunarak kamu hizmeti veya sosyal hizmet görmek olduğundan, bunlar kamu maliyesi inceleme alanı içinde mütalaa edilmektedirler. Ancak, sosyal bilimlerin diğer alanlarında olduğu gibi KİT'ler alanında da zaman içinde önemli fonksiyon ve yaklaşım değişiklikleri meydana gelmiştir. Nitekim son yıllarda devlet fonksiyonlarında meydana gelen değişimlere uygun olarak hemen her ülkede özellikle ekonomik yönü ağır basan KİTlerin özel sektöre devri ve özelleştirme girişimleri giderek önem ve yoğunluk kazanmıştır.


 

Konsalidasyon

Sözlük anlamı takviye, tahkim, berkitme, sağlamlaştırmadır. Genellikle kısa vadeli bir devlet borcunun yerini uzun vadeli bir borcun alması anlamını taşır. Devletin vadesi gelmiş olan kısa vadeli (dalgalı) borçları ödeme imkânına sahip olmaması halinde, tahkim yoluna başvurulur.

Konsolidasyon işlemi "ihtiyari" ve "cebri" olmak üzere iki türlüdür. İhtiyari tahkimde bireyler, kısa vadeli borcun yerine piyasaya sür.len yeni borç tahvillerini alıp almamakta serbesttirler. Devlet, uzun vadeli borç tahvillerini piyasaya sürer ve bankalardan sağladığı gelirle kısa vadeli borçları öderü Ya da devlet kısa vadeli borç tahvillerini para olarak kabul eder ve ellerinde bu tahvilden bulunduranlar, bunları daha yüksek faizli yeni tahvillerle değiştirebilirler.

Cebri tahkimde bireylere tercih hakkı tanınmaz; devlet, tek taraflı olarak, kısa vadeli borç tahvili yerine uzun vadeli borç tahvilini geçirir. Böyle bir durumda yeni tahvilleri ilginç veya üstün kılacak şartlar aslında fazla önemli değildir. Ancak, politik düşüncelerle, devlet yine de bazı avantajlar sağlamak yoluna gider.


 

Konsolide Bütçe

Konsolide Bütçe, Konsolide Bütçe İdareleri olarak adlandırılan genel ve katma bütçeli idarelerin alt bütçelerinin toplamından oluşur. Genel Bütçeli İdareler Cumhurbaşkanlığı seviyesinden başlayarak TBMM, Yüksek Yargı organları, Başbakanlık, Genel Kurmay Başkanlığı ve tüm bakanlıklarından oluşur. Ayrıca, Hazine Müsteşarlığı, DPT, DİE, DTM gibi diğer ekonomik kuruluşlar da bu kategori içerisinde yer alır.

İç ve dış borç faiz ödemeleri nedeniyle bugün genel bütçeli idareler içerisinde en büyük ödenek Hazine Müsteşarlığı'ndadır. Müsteşarlığı Maliye Bakanlığı takip eder. Genel bütçeli idareler gelirleri arasında vergi gelirleri (dolaysız ve dolaylı vergiler), vergi dışı normal gelirler (kurumlar hasılatı ve devlet payları, devler mülklerinin gelirleri, v.s.), özel gelir ve fonlar ile iç borç gelirleri yer alır. Katma bütçeli idarelerin gelirleri ise faaliyet konusu işlemlerinden elde edilir.

Konsolide bütçe giderleri ise; cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları diye üç gruba ayrılabilir. Cari harcamalar personel harcamaları; yani maaş ve ücret ödemeleri ile diğer cari harcamalardan oluşur. Diğer caru harcamalar içerisinde kırtasiye, akaryakıt ve demirbaş masraflarının yanısıra, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğine yönelik harcamalar da diğer cari harcamalar alt kategorisi içerisinde görülür.

Yatırım harcamaları, devletin okul, hastahane, otoyol anlamında alt ve üst yapı yatırımlarını temsil ederken, transfer harcamaları içerisinde KİT'lere yapılan transferler, Sosyal Güvenlik Sistemi'ni yapılan transferler, tarım desteklemesi ve hepsinden önemlisi iç ve dış borç faiz ödemeleri yer alır.

Konsolide Bütçe, Yüksek Planlama Kurulu'nda son halini aldıktan ve Bakanlar Kurulu tarafından incelenip onaylandıktan sonra, bir sonraki yıl uygulanmak üzere, bir önceki yılın en geç 17 Ekim akşamına kadar TBMM'ne bir yasa tasarısı olarak sevk edilir. Konsolide Bütçe bir yasa tasarısı olarak önce Meclis Bütçe ve Plan Komisyonu'nda görüşülür ve onaylandıktan sonra, Genel Kurul'a iner.

Genel Kurul'da da kabul görmesi halinde yasalaşır ve yürürlüğe girer. Konsolide Bütçe yasa tasarısı içerisinde yer alan ödenekler, Meclis'te onaylanması halinde ilgili hükümete bütçe idareleri için yapabilecekleri harcamalar için verilen yetkiyi temsil eder. Yani, hükümet Meclis tarafından onaylanmadığı müddetçe ödeneklere bağlı harcamaları yapamaz ve bütçede yer alan gelirleri toplayamaz.


 

Konvertibl Tahvil

Tahvili ihraç eden şirket, izahnamede belirli bir süre sonra, belirgin şartların yerine gelmesi halinde ve belirli fiyatla tahvilin hisse senedine dönüştür.lmesi hakkını tahvil sahiplerine tanıyabilir. Bu takdirde "hisse senedine dönüştürülebilir tahvil"den bahsedilir. Dönüştürme hakkı hisse senedine olabileceği gibi, başka bir menkul kıymete de olabilir.

Dönüştürme hakkı, tahvili ihraç eden şirketin ihraç edeceği menkul kıymetlere olabileceği gibi, ihraç eden şirketle ilgili başka bir şirketin menkul kıymetlerine de olabilir. Dönüştürmenin yapılacağı sürenin başlama ve bitiş noktalarının başlangıçta belirgin olması, dönüştürme fiyatının veya oranının başlangıçta bilinmesi ve dönüştürmenin hangi objektif şartlar altında yapılacağının başlangıçta açıkça bilinmesi, sistemin işlerliği açısından esastır.

Konvertibl tahvilin faydaları

Başlangıçta piyasa haddine kıyasla daha düşük bir faiz oranı ile tahvil çıkarılabilmesine imkân verebilmesi (alıcıların spekülatif bekleyişleri düşük faiz farkını telafi edebilecektir).

Dönüştürülme işleminin yapılmasıyla şirket kolay bir yoldan öz sermayesini artırabilecektir.

Diğer yandan dönüştürmenin mevcut hisseleri artırarak hisse başına düşen kazancı azaltması, ne miktarda tahvilin hisse senedine dönüştür.lmesinin yapılacağı konusunda şirket yönetiminin belirsizliğe sahip olması, dönüştürme sonucunda faiz ödenen bir kaynağın temettü ödenen bir kaynak haline gelmesi ve dolayısıyle şirketin vergi yükünün artması, başlangıçta sakıncaları teşkil etmektedir.


 

Küreselleşme

Berlin Duvarı'nın 1989 yılında çöküşünün ardından, 1990'lı yıllardan itibaren hemen her alanda sıkça karşılaştığımız küreselleşme sözcüğü, günümüzde sadece ekonomik bir kavram olarak değil, içinde bulunduğumuz uluslar arası sistemi tanımlamak için de kullanılmaktadır.

Küreselleşme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her alanındaki değişimi ifade etmek için kullanılan "sihirli" bir sözcük haline gelmiş; ünlü sosyolog Peter Burger'ın deyimiyle, Alman kömür endüstrisindeki gerilemeden, Japon gençlerinin cinsel alışkanlıklarını açıklamaya kadar geniş bir alanda kullanılan "klişe"ye dönüşmüştür.

Burger'ın görüşlerine paralel bir biçimde adeta geçmiş ve geleceğin kapılarını açacak anahtar bir kavram olarak görülen küreselleşmeyi Bauman'da "parolaya dönüşmüş moda bir deyim" olarak değerlendirmektedir. Kavram olarak "küresel" (global) sözcüğünün kökeni, 400 yıl öncesine gitse bile "küreselleşme" (globalization), oldukça yenidir. İlk olarak 1960'larda ortaya çıkan küreselleşme kavramı, 1980'lerde ise sıkça kullanılmaya başlanmıştır. 1990'lara gelindiğinde de bilim adamlarının önemini kabul ettiği anahtar bir sözcük haline gelmiştir.

"Amatör bir kameranın tespit ettiği bu çatışma…", "Uydu tarafından ekranlara yansıyan alınmış olan bu fotoğraf…", "Batık denizaltından ilk görüntüler…" Artık sıkça duyduğumuz bu ifadeler, ekranları başındaki kitleleri heyecanlandırmakla, gündelik hayatlarını doğrudan etkilemekle kalmıyor, daha önemlisi, uluslararası ilişkileri de şekillendiriyor bugün.

Artık bugün, yerel (milli) meselelerin yol açtığı küresel etkiler, çözüm arayışlarında uluslararası konjonktür gerçeğini dikkate alma zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Piyasa güçlerine daha fazla dayanan ve ekonomi yönetiminde devletin rolünün azalması olarak tanımlanan "uyum süreci" üzerine küresel ve bütünleşik bir perspektif geliştirme amacını gütmektedir. Burada sunulan savın özü yapısal uyumun, küreselleşme süreci ile karşılıklı bağımlılık ve birbirini güçlendirme ilişkisi içinde bulunan dünya çapında bir olay olduğudur.

Küreselleşme sürecinden kast edilen dünya ekonomilerinin artan bütünleşmesidir. Uyum ve küreselleşme süreçleri geniş kapsamlı sosyo-politik sonuçlara yol açmışlardır. Değişik mekanizmalar aracılığıyla, bu süreçler ülkeler içindeki ve arasındaki eşitsizliğin ve yoksulluğun yoğunlaşmasına ve dolaylı olarak bir dizi sosyal probleme katkıda bulunmuştur.

Sadece ulusal birlik ve dayanışma adına değil, gelecekteki büyüme için de gerekli bir yatırım olarak sosyal problemlerin ele alınması gerekmektedir. Dolayısıyla 1990'ların karşımıza çıkardığı sosyal sorunlara meydan okuyacak kurumsal düzenlemelerin ve sosyal konfigürasyonları incelemek büyük önem taşır.

Globalleşme ya da Küreselleşme son yıllarda çok sık kullandığımız kavramlardan birisi. Globalleşme, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda bazı ortak değerlerin yerel ve milli sınırları aşarak dünya çapında yayılmasını ifade ediyor. İktisadi alanda hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerde benimsenen iktisadi sistem ve buna bağlı olarak uygulanan iktisat politikaları giderek benzerlik gösteriyor.

Reel sosyalizmin çöküşü ile birlikte dünyada liberal ekonomik düzen, yani serbest piyasa ekonomisi giderek globalleşiyor. Tüm dünyada kamu ekonomisinin görev ve fonksiyonları yeniden tanımlanmaya çalışılıyor. Devletin sınırlanması ve küçültülmesi ve bu şekilde piyasa ekonomisine işlerlik kazandırılması görüşleri önem kazanıyor. Dünya ticareti giderek serbestleşiyor.

Gerçek anlamı tamamıyla anlaşılmadan ve tartışılmadan, bütün dünyada olumlu veya olumsuz tepkilere yol açan bir sözcük olan küreselleşmenin bir şanssızlığı da, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından, dünyada bu kelimeyi sıkça kullanmaya başlayan siyasetçilerin izledikleri politikalarla özdeşleştirilmiş olmasıdır. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak, küreselleşmenin ne anlam ifade ettiği tam anlaşılmadan, hakkında olumlu veya olumsuz değer yargıları oluşmuştur.

Küreselleşmeyi savunanlar da, eleştirenler de kendi görüşlerinin haklılığını ortaya koyacak gelişmeleri ve istatistik bilgileri sıkça kullanmaktalar. Küreselleşmenin faydaları konusunda bir görüş birliği olduğunu söylemek mümkündür. Sürdürülebilir ekonomik kalkınma, yükselen yaşam standartları, teknolojik ilerleme ve bilginin daha hızlı yayılması, küreselleşmenin en belirgin faydaları arasında sayılmaktadır.

Öte yandan, küreselleşmeyi sadece ekonomik alandaki faaliyetleri etkileyen bir unsur olarak görmek de sınırlı bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu çerçevede, malların ve sermayenin serbestçe dolaşımının yanı sıra, insanların daha sık seyahat etmeleri, bilgi-iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ve Internet kullanımının giderek yaygınlaşması, küreselleşmenin önde gelen itici güçleri arasında bulunmaktadır.

Saydamlık da, küreselleşmenin ön plana çıkardığı kavramlar arasında yer almaktadır. Gelir dağılımının daha hakça olması, yolsuzlukların azalması, hatta siyasi özgürlüklerin ve insan haklarına saygının artması, küreselleşmeyle doğru orantılı gelişen unsurlar arasında sayılmaktadır.

Bir diğer ifadeyle aşırı küreselleşmecilere göre, piyasalar artık devletlerden daha güçlüdür. Devletlerin otoritesindeki bu gerileme ise, diğer kurumlar ile birliklerin ve yerel/bölgesel otoritelerin artarak yaygınlaşması şeklinde görülebilir. Radikal/aşırı küreselleşmeciler, dünya toplumunun, geleneksel ulus devletlerin yerini almakta olduğunu (ya da alacağı) ve yeni toplumsal örgütlenme şekillerinin belirmeye başladığı düşüncesindedirler. Ancak bu grup içinde yer alanlar, homojen bir görünüm arz etmemektedirler.

Örneğin neo-liberaller, devlet gücü üzerinde piyasanın ve bireysel otonominin başarısını memnuniyetle karşılarken, aynı grup içinde yer alan neomarksistler (ya da radikaller), çağdaş küreselleşmeyi, baskıcı küresel kapitalizmin temsilcisi olarak değerlendirmektedirler. Fakat bu ideolojik yaklaşımlardaki farklılıklara rağmen, bugün giderek artan bir biçimde bütünleşmiş küresel bir ekonomin mevcut olduğuna ilişkin düşünceyi de paylaşmaktadırlar.

KÜRESELLEŞMENİN TARİH SONUCU ANALİZİ

Küreselleşme olgusunun dünya üzerinde yayılma hızı, 1980 yılından itibaren artan bir ivme kazanmıştır.Ekonomik alanda küreselleşmenin ivme kazandırdığı unsurlar genel hatlarıyla;sermaye ve finans çevrelerinin artan serbest dolaşım hızı, demografik yapının gelişmiş ülkeler aleyhine değişmesiyle ortaya çıkacak emek piyasalarının seyyaliyeti ve üretimdeki rolü, dış ticaretin yaygınlaşması ve gittikçe birbirine bağlı hale gelmesi şeklinde sınıflandırılabilir.

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve küreselleşme, üzerinde tartışılan ve uğruna mücadele edilen kavramları sorgulamamıza zemin hazırlamış, aynı zamanda bizi, yitirilenler yerine ikame değerlere yönelmeyi zorunlu kılmıştır. Ülkeler;yakın bir gelecekte yürüttükleri sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen kavgalarını gündemlerinden tamamen kaldırarak, ülkelerine yönelik yabancı sermaye akışını artırmak gayreti içersine girmişlerdir.

Ülkelerin sermaye transferine yönelik çalışmaları, karlı projelerin üretilmesi ile sınırlı olmayıp;makro ekonomik dengeleri sağlayan reformların ve yapısal dönüşümlerin ülke içerisinde hayatiyet kazandırılması çabalarını da kapsamaktadır.

Uluslararası piyasalardan sağlanacak sermaye akışı;yatırımların artırılması, mevcut teknolojinin modernize edilmesi ve/veya ileri teknoloji transferinin sağlanması, üretimin ve istihdamın artırılması, ihracatın geliştirilmesi ve tüm bunlara bağlı olarak büyümenin hızlandırılması sonucunu temin edecektir.

21. yüzyıla girerken, dünya ekonomisine damgasını vuran olgulardan birisi olarak kabul edilen "küreselleşme"yi, işgücünün, sermayenin teknolojinin ve mal piyasalarının uluslararası nitelik kazanması şeklinde tarif etmek mümkündür. Bugüne kadar ekonomik boyutu ön plana çıkan küreselleşmenin gelecek yüzyılda siyasi, sosyal ve değer yargıları boyutları da gündeme gelecek ve tüm dünya için geçerli normların oluşturulması ile küreselleşme nihai hedefine ulaşacaktır.

Aralık 1996 ayında Singapur'da düzenlenen DTÖ Bakanlar Konseyi toplantısında; iş standartları, rekabet politikaları, devlet ihaleleri, rüşvet ve ayrımcılık gibi uygulamaları dünya ticareti kapsamında değerlendirmeye alınması küreselleşmenin "tek bir dünya sistemi" yaratmaya yönelik olduğu konusunda önemli ipuçları vermektedir.

1980'li yılların ikinci yarısında başlayan "Küreselleşme" olgusu, 1990'lı yıllarda dünya ekonomisindeki en önemli gelişme oldu. Küreselleşme için çok farklı tanımlar yapılmaktadır. İdeolojik açıdan değerlendirildiğinde kapitalist sistemin kendini devam ettirebilmesi için daha çok üretmek ve daha çok mal ve hizmet satmak ihtiyacını karşılamak amacıyla dünya pazarında serbestleşme ve sınırların kaldırılması olarak tarif edilebilir. Küreselleşme ile birlikte dünya tek bir pazar haline gelmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler ise küreselleşmeden hem olumlu hem olumsuz etkilenmektedir. Gelişmekte olan ülkeler ekonomik kalkınma ve beşeri gelişmişlik sorunlarını çözmeden uluslararası rekabet ile karşı karşıya kalmaktadır. Küreselleşme 21.yüzyılda demokrasi, piyasa ekonomisi, bireysel özgürlükler ve girişimcilik kavramlarını daha da güçlendirmektedir.

Teknolojik gelişim ve bilgi dünyası küreselleşmeyi hızlandıran iki unsurdur. Bu iki unsur üretim faktörlerinde de değişme yol açmaktadır.21.yüzyıl küresel rekabetinde insan ve bilgi unsuru sermayeden daha önemli hale gelmektedir. Bu bağlamda iş koşulları iş hukuku ve sendikacılık kendilerine yeni tarifler aramaktadır.

Günümüzde "küreselleşme-globalizm" kavramı Parmenides'ten buyana küreye yüklenen anlam taşımaktadır. SSCB'nin dağılmasından sonra dünyanın toplumsal ve siyasal bakımdan çelişmesiz durgun ve hareketsiz hale geldiği öne sürülmüştür. Sınıfların ortaya çıkmasından buyana tarih sahnesine çıkan her sistem kendini ebedi, insanlığın keşfettiği son ve idealist sistem olarak ilan etti.

Tarihteki ilk büyük imparatorluk olan Roma İmparatorluğundan başlayarak belli başlı büyük imparatorluklar, toplumsal bir sistem olma iddiasındaki Hıristiyanlık ve Müslümanlık ile kendilerini bu dinlerin yayıcısı ilan eden imparatorluklar kendileri ile birlikte artık "tarihin sonuna" gelindiğini iddia ettiler. Kendilerinden öncekilerin ve kendi dışındakilerin barbar, kafir, batıl, terörist ilan edip kendilerini insanlığın en son ve en ileri temsilcisi olarak gösterdiler. Dolayısıyla kendi egemenliklerinde dünyanın ebedi bir barışa, refaha, adalete kavuşacağını ilan ettiler.

Roma İmparatorluğu, sonra Katolik kilisesi merkezli Hıristiyanlık, arkasından İslam İmparatorlukları ve Osmanlı İmparatorlukları hep bir "cihan sistemi", "cihan imparatorluğu olma", bu günkü deyimiyle dünyayı kendi egemenlikleri altında "küreselleşme" peşinde koştular.

KÜRESELLEŞMENİN ORTAYA ÇIKARDIĞI OLUMLU- OLUMSUZ SONUÇ

*Serbest ticaret örneğinde olduğu gibi küreselleştirme bazı durumlarda taraflara ekonomik yararlar da sağlamaktadır gerçekte ise hem sürecin kendisi, hem de destek gördüğü ekonomik rejimler bir çok bakımdan insanlığın huzuru, refahı ve barışı için ciddi tehditler oluşturmaktadır ve her platformda karşı çıkılmalıdır. Bunu gerçekleştirmek ise son derecede güç görünmektedir.

Süreci ve kavramı destekleyenler olumlu yönleri üzerinde yoğunlaşarak ve egemen güçleri de arkalarına alarak direnilemez bir momentum yaratmakta ve karşı çıkanlara ütopyacı saf idealistler gözü ile bakılmaktadır. Fakat çoğunluğun çıkarları ile ters düşen bütün süreçler gibi küreselleştirme de karizmatik görünümünün arkasında sırıtan kusurları taşımaktadır. Bütün propagandalara karşılık, küresel ekonomideki gelişmeler savunulduğu ve beklenildiği gibi değildir ve dramatik krizlerle sarsılmaktadır.

Günümüzde küreselleşmenin ivme kazandırdığı bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, uluslararası ticaret ve kalkınmanın canlanması konusunda çok önemli bir rol oynamaktadır. Yine de, bilgi ve iletişim teknolojilerinin sunduğu olanaklardan yeterince faydalanıldığını söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Bilgi ve teknolojiye ulaşım konusunda hem ülkeler hem de bölgeler arasında belirgin bir eşitsizlik bulunmaktadır.

Bilgi iletişim teknolojileri ve Internet kullanımında gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olanlar arasındaki mevcut farklılığı vurgulamak üzere kullanılan "dijital bölünme" (dijital divide) kavramının, küreselleşmeyle birlikte giderek "dijital uçurum" (dijital abyss) haline dönüştüğü eleştirileri son yıllarda sıkça yankı bulmaktadır. Gerçekten, günümüzde dünya nüfusunun yüzde 80'inin en temel haberleşme olanaklarından yoksun olduğu ve Afrika kıtasında yaşayanların sadece yüzde ikisinin telefon hattına sahip bulundukları unutulmamalı.

Küreselleşme son yıllarda üzerinde en fazla tartışılan ve hakkında en çok kitap yayınlanan konuların başında geliyor. Küreselleşmenin zararlarına dikkat çeken ve gerek ülkeler gerek bölgeler arasındaki esasen mevcut olan dengesizlikleri daha da artıran etkilerini vurgulayan yayınların yanı sıra, özellikle son yıllarda, küreselleşmenin olumlu yönlerine dikkat çekilen eserler de yayınlanmış bulunuyor.

Thomas Friedman'ın "The Lexus and the Olive Tree", John Micklethwait ve Adrian Wooldridge'in "A Future Perfect" ve Pascal Zachary'nin "The Global Me" adlı kitapları, artık herkes tarafından teslim edilen olumsuz yönlerine değinmekle birlikte, esas itibariyle küreselleşmenin savunmasını yapan ve olumlu yönlerini vurgulayan eserler olarak dikkat çekiyor. Bütün bu eserlerdeki ortak nokta, küreselleşmenin sanayi devriminden bu yana dünyayı değiştiren en büyük güç olduğu ve yeni bir uluslararası sistem olarak kendisini kabul ettirdiğidir.

Uyum ve küreselleşme süreçleri geniş kapsamlı sosyo-politik sonuçlara yol açmıştır. Değişik mekanizmalar aracılığıyla, bu süreçler ülkeler içindeki ve arasındaki eşitsizliğin ve yoksulluğun yoğunlaşmasına ve dolaylı olarak bir dizi sosyal probleme katkıda bulunmuştur.

Küreselleşmenin, ulus devletin uluslararası alandaki gücünü sınırlayan ve çokuluslu şirketlerin, hükümet dışı örgütlerin, araştırma ve düşünce kuruluşlarının ve medya kartellerinin uluslararası alandaki güçlerini artıran etkisi sonucunda, sivil toplum kuruluşlarının, bilim adamlarının, yazarların, akademisyenlerin, başka bir deyişle "bireylerin" uluslararası ilişkileri etkileme ve yönlendirme olanağı da eskiye oranla artmıştır.

Elde ettikleri büyük servetin bir bölümünü, geçmişte ülkelerindeki eğitim, sağlık gibi alanlara harcayan, "klasik" olarak adlandırabileceğimiz yardımseverlerin yanı sıra, küreselleşmenin etkisini iyice hissettirdiği son yıllarda, çevrenin korunması, yoksulluk ve hastalıklarla uluslararası alanda mücadele gibi küresel planda faaliyet gösteren yeni kuruluşlar da ortaya çıkmıştır.

Kapitalizm tarihin sahnesine çıktığında bir yandan feodal parçalanmışlıklara son verdi. Diğer devletleri şekillendirdi. Sermaye ise uluslar arası karakterinden dolayı hiçbir sınır tanımadan dünyada kapitalizmin bir dünya sistemi olma iddiasına önemli bir yer verdi. Sömürgecilik kapitalizmin küreselleşme denemesinin ilk aracı olarak uygulandı.

Tekeller de kapitalizmin uluslar arası olma niteliğinin somut ifadeleri olarak biçimlendi. Ulus ve ülke çıkarı tanımayan tekeller kar peşinde koşarken ulus, din, dil, mezhep ve milliyet farkı gözetmediler. Bu uluslar arası olma özelliği, dünyanın bütününe egemen olma isteği, dünyanın yeniden paylaşımını gündeme getirdi.

Küreselleşmenin kime yaradığı irdelendiğinde zenginler ve yoksullar arasında açılan uçurumun son yıllardaki geometrik büyüme hızı ve üretim tekelleşmesinin kalkınmakta olan ülkeler için hayati önem taşıyan üretim dallarında yaşanıyor olması bize fikir verecektir. 1960 yılında dünyanın en yoksul ve en zengin beşte biri arasındaki gelir oranı 1'e 30 iken, bu oran 1990 da 60'a, 1997'de 74'e çıktı.

Zengin-yoksul uçurumunun bu denli büyümesi, başlı başına düşündürücüdür. Bu çarpıklık küreselleşme sürecinin ortak değerler üzerine kurulu olup olmadığı konusunda ciddi endişeler doğurmaktadır. Üretim alanlarında yaşanan olumsuzluklar bu endişeleri daha da körüklemekte, Dünya üretiminin tümünü neredeyse topu topu 10 çok uluslu şirket yönlendiriyor.

Örneğin tarım ilaçlarının % 85'i sanayileşmiş ülkelerde yerleşik toplam 10 firma tarafından üretiliyor. Birçok ülkede yaşanan yoksulluğun bu sektördeki fiyat politikalarına bağımlı olduğu bir gerçek. Küreselleşme sürecinin yücelttiği ekonomik etkinlik ve verimlilik prensipleri, açlık veya yoksulluk gibi endişeler taşımıyor. Son on yılda artan gelir ve üretim çarpıklıkları, Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporundan ve ona ilişkin bazı yazılardan bir takım veriler aktaralım;

· Gelişmekte olan ülkelerde 1 milyar 300 milyon kişi temiz sudan yoksun,
· 840 milyon insan açlık sınırında,
· 1,5 milyar insanın günlük geliri 1 dolardan az,
· 80'den fazla ülke 10 yıl öncesinden daha az kişi başına gelire sahip,
· İlkokul çağındaki 7 çocuktan biri okulsuz,
· Dünyada en varlıklı 200 kişinin serveti, dünya nüfusunun % 41'nin toplam gelirinden fazla.


 

Kuruş

İlk kez Fransa Kralı XI. Louis tarafından gros adıyla ve gümüş sikke olarak tedavüle sürüldü (1250). Ardından tüm Avrupa ülkelerine farklı para birimi olarak yayıldı. Osmanlı İmparatorluğu ilk kez I. Bayezid zamanında kuruşu kullandı (1392). Kızıl Kuruş altını, Beyaz Kuruş ise sikkeyi ifade ediyordu. Kuruşun rayici ise, I. Selim zamanında 40 birim olarak belirlendi.

Arslanlı adı verilen bir başka kuruş ise 35 birim akçeydi. Kuruş olarak anılan büyük gümüş sikkeler, ilk kez II. Süleyman tarafından Osmanlı darphanesinde bastırıldı. Bakır, gümüş ve altın madenlerinden çeşitli dirhemlerle bastırılan kuruş, Osmanlı dönemi boyunca evrim geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti'nce de liranın yüzde biri olan para birimi olarak kullanıldı.


 

Laffer Eğrisi

ABD'li ekonomist Arthur Laffer tarafından sunulmuştur. Arz ekonomisinin önemli kavramlarındandır. Vergi oranları ile devletin tahsil edeceği toplam vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi gösterir. Buna göre, bireyler vergi oranlarında yapılacak artışlara cevap verirler. Vergi düzeyindeki artış belli bir noktaya kadar devletin vergi gelirlerinin artmasını sağlarken, vergilerin daha da yükseltilmesi bireylerin vergi ödemekten kaçınma eğilimi göstermesine, dolayısıyla devletin vergi gelirlerinin azalmasına yol açar.


 

Limited Şirket

Bu ortaklık tipi, Alman kanun koyucusu tarafından 19. yüzyıl sonlarında ihdas edilmiştir. Hukukumuz da, 1926 tarihli Ticaret Kanunu ile bu ortaklığa yer vermiş bulunmaktadır. 29.6.1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu, bu ortaklık tipini 503-555. maddeleri arasında düzenlemiştir.

Limited ortaklığı tanımlayan TK m. 503/1'e göre: "İki veya daha fazla hakiki veya hükmi şahıs tarafından bir ticaret unvanı altında kurulup, ortaklarının mesuliyeti koymayı taahhüt ettikleri sermaye ile mahdut ve esas sermayesi muayyen olan şirkete limited şirket denir."

Limited ortaklıklar, sigortacılık ve bankacılıkla uğraşmak üzere kurulamazlar. (m. 503/3) Tüzel kişiliğe sahip olan bu tip ortaklıkta, ortak sayısı en az iki, en çok elli olarak kanun tarafından sınırlanmıştır. (TK m. 504/1)

Limited ortaklığın sermayesi belirli olmalı ve paylara bölünmüş bulunmalıdır. Bu sermaye nakit olarak ifade edilmelidir. Emek ve ticari itibar, sermaye olarak konulamaz, düşük olamaz. Yine, TK m. 507/1'e (Değişik madde: KHK/559-27.6.1995) göre, "Limited şirketin esas sermayesinin en az beş yüz milyon TL olması şarttır.

Ortakların koyacakları sermaye birbirinden farklı olabilir. Ancak, ortakların koyacakları sermayenin en az yirmi beş milyon TL veya bunun katları olması lazımdır. (TK m. 507/2) Ortaklar tarafından konulan sermaye için, anonim şirkette olduğu gibi hisse senedi çıkarılmaz. (TK m. 503/3)

Ortaklığın en önemli özelliklerinden biri, ortakların sorumluluklarının, anonim ortaklıklarda olduğu gibi, taahhüt ettikleri sermaye payı ile sınırlı bulunmasıdır. Limited ortaklığın kuruluşu üç aşamada gerçekleşir:

Kurucular tarafından ortaklık ana sözleşmesinin düzenlenmesi (TK m. 505-506);
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'ndan izin alınması;
Tescil ve ilan (TK m. 511).
Ortaklığın kanunda belirtilen organları, "ortaklar genel kurulu" ve "müdürler"dir. (TK m. 536, 541) Ortak sayısı 20'den fazla olursa bir de denetleme organı bulunması zorunludur. (TK m. 548/1) Limited ortaklığın medeni haklardan yararlanma ehliyeti, sözleşmede gösterilen işletme konusuyla sınırlıdır.


 

Makro Ekonomi

Makro ekonomiyle, geniş boyutlu ekonomi vurgulanır. Ekonominin bir bütün olarak işleyişiyle ilgilidir. Makro ekonomi, toplam büyüklüklerin çözümlemesi ile ilgilenir ve ulusal gelir, toplam talep ve arz, fiyat değişim oranı, büyüme, işsizlik ve parayla beraber ekonominin tümü üzerinde incelemeler yapar, ekonomik yaşamın devri akışına ilişkin sorularla uğraşır.

Ayrıca, toplam kaynakların kullanılış derecesini belirleyen öğeler, bu kullanım derecesinin zaman içinde değişme nedenleri, belirli bir dönemde ulusal gelirin hangi düzeyde belirleneceği, çalışmak isteyen herkesin iş bulup bulamayacağı, toplam tüketim ve toplam yatırım harcamalarının hangi öğelerin etkisi altında belirleneceği, fiyatlar genel düzeyinin ne olacağı, ödemeler dengesi güçlükleri, ekonomik büyüme oranı, ekonomik durgunluk, gelir ve zenginliğin dağılımı gibi sorun ve sorulara yanıt aramaktadır.

Ulusal gelirle istihdam ilişkisi, bu global değerin uzun süreli reel akımını dile getiren ekonomik büyüme ve bu hareketi oluşturan makro değişkenlerin tam kullanımıyla gönenç kayıplarının önlenmesi, ekonomi biliminin makro bölümünde çözümlenmektedir.

Makro ekonominin en önemli özelliği, bir araya getirilmiş-kümeleşmiş büyüklükleri konu almasıdır. Makro ekonominin kendisine konu yaptığı miktarlar heterojendir ve çeşitli mal ve hizmetler para değerleri üzerinden toplanmak yoluyla global değerlere varılmaktadır. Makro ekonomi, toplam harcama ve toplam yatırım dengesiyle, genel ekonomik dengeyi ele aldığı için bütünsel bir denge kuramı sayılmaktadır.


 

Mali Bilanço

Mali yasalar ve bu yasaların koyduğu kural ve müeyyideler (yaptırımlar) gözönünde tutularak düzenlenen bilançodur. "Vergi Bilançosu" da denilmektedir. Mali bilançonun düzenlenmesinde ilgili yasa hükümlerine uyulması zorunludur. Çünkü, vergiye konu olan ticari kazancın saptanabilmesi, yasa maddelerinin uygulanmasıyla mümkündür.

Mali bilançonun hazırlanmasında bina, demirbaş, mal, esham ve tahvilat gibi birçok iktisadi değerlerin evalüe edilmesi ve yine karşılık ve amortisman ayrılması Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre yapılır.


 

Maliye Politikası

Kamu Kesimi, bir yandan yaptığı harcamalar ile geliri artırıcı etki yaparken bir yandan da topladığı vergiler ile geliri düşürücü bir etkiye sahiptir. Devletin istihdam, gelir, fiyat seviyeleri gibi makro ekonomik değişkenleri etkileyebilmek için kamu harcamalarını (cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları) ve kamu gelirlerini (vergi gelirleri, vergi dışı normal gelirler, özel gelir ve fonlar) kullanması maliye politikası olarak adlandırılmaktadır.

Örnek vermek gerekir ise, kamu harcamalarını artırarak ve/veya halktan ve kurumlardan toplanan verginin yükünü azaltarak ulusal ekonomideki toplam tüketim harcamalarını artırmaya yönelik olarak izlenen maliye politikasına genişlemeci maliye politikası, kamu harcamalarını azaltarak ve/veya vergileri artırarak toplam tüketim harcamalarını azaltmaya yönelik politikaya da daraltıcı maliye politikası denmektedir. Maliye politikasının etkinliği iki temel faktöre bağlıdır:

*Yatırım harcamalarının faiz hadlerine olan duyarlılığı
*Talep edilen para miktarının faiz hadlerine olan duyarlılığı.


 

Merkez Bankası

Devlet adına para üreten, faaliyetleri ve işlemleri ile devletin maliye ve para politikasının uygulayıcısı olan ve bankaların bankası olarak da adlandırılan kuruluş. Merkez bankasının görev ve yetkileri şöyle sıralanabilir:

*Ekonomide para ve kredi hacmini ekonominin gereklerine ve uygulanan hükümet politikalarına göre belirlemek (Örneğin banknot çıkarma)

*Merkez bankaları, Hazine'ye kredi açmakta, devlet adına tahsil ve ödemelerde bulunmakta, Hazine işlemleri yapmaktadır.

*Devletin ekonomik ve mali konularda danışmanlığını yapmak

*Kambiyo sınırlaması getirilmişse ülkenin döviz işlemlerini yürütmek

*Bankalar arası takas ve mahsup işlemlerini takas odaları aracılığıyla yürütmek.


 

Mikro Ekonomi

Mikro ekonomiyle dar boyutlu ekonomi vurgulanır. Mikro ekonomi kuramı; klasik ekonomistlerin geliştirdikleri bir yöntem olup, hane halkı ve firmalar gibi ayrı ayrı ekonomik birimlerin davranışlarındaki ayrıntılar üzerinde durur ve neler üretileceği, üretimin nasıl yapılacağı, kimler için üretim yapılacağı, maliyetler, işgücü, etkinlik ve bölüşüm konuları ile belirli piyasalardaki fiyatların oluşumu üzerinde durmaktadır.

Bir başka deyişle mikro ekonomi, bireylerin ve iyi tanımlanmış birey gruplarının ekonomik etkinliklerini inceler. Mikro ekonominin kendisine konu yaptığı miktarlar homojendir. Ayrıca mikro ekonomi, firma ve tüketici dengeleriyle, denge fiyatını incelediği için kısmi bir denge kuramıdır.


 

Milli Gelir

Ekonomi Bilimi'nin tanımladığı dört üretim faktörü olan doğal kaynaklar, emek, sermaye ve girişim üretim faktörlerine dağıtılan rant, ücret, faiz ve kar gelirlerinin toplamı Milli Gelir'i verir. Milli Gelir, GSMH değerinden Amortismanlar ve Dolaylı Vergiler düşürüldükten sonra bulunan bir değerdir.

Milli Gelir, üretim faktörleri arasında, her bir üretim faktörünün mal ve hizmet üretimine kattığı ve hakettiği pay kadar dağıtılabiliyorsa, yani bir haksızlık söz konusu değilse, bu duruma Adaletli Gelir Dağılımı diyoruz. Eğer, bir veya birden fazla üretim faktörü milli gelirden hakettiğinden daha fazla pay alıyor ise, bu duruma Gelir Dağılımı Adaletsizliği diyoruz.


 

Monopol (Tekel)

Bir meta ya da metaların, üretim ve sürümünün bir elde toplanması durumu. Monopoller, kapitalizmin ilk basamaklarındaki serbest rekabetin, süreç içinde üretimin yoğunlaşmasına ve sermayenin merkezileşmesine yolaçmasıyla doğdu.

Kapitalizmin geliştirici gücü olan rekabet, küçük üreticileri hızla ortadan kaldırmaya, büyük sermaye, küçük sermayeyi üretim alanından çıkarmaya başladı, böylece küçük üretici mülksüzleşirken üretim araçlarının ve ürünlerinin büyük kısmı, sayıca az kapitalist üreticinin eline geçti. Bunlar da, kendi aralarında şirket, kurum ya da anlaşmalarla birleşerek monopolleri oluşturdu.

Monopol piyasasında fiyatları tek başına etkileyemeyecek kadar çok sayıda alıcı ve bunların karşısında tek bir satıcı vardır. Bu durumda fiyatı belirleyen, tek firmanın arzı ile piyasa talebi ya da toplam taleptir. Monopolcü firmanın karını maksimize eden üretim ya da arz miktarı ile piyasa talebinin eşitlendiği noktada, piyasa denge fiyatı oluşmaktadır. Günümüzde başlıca tekel biçimleri karteller, sendikalar, tröstler ve konsorsiyumlardır.


 

Muhasebe

Bir örgütün kaynaklarının oluşumunu, bu kaynakların kullanılma biçimini, örgütün işlemleri sonucunda bu kaynaklarda meydana gelen artış veya azalışları ve örgütün finansal açıdan durumunu açıklayan bilgileri üreten ve bunları ilgili kişi ve kurumlara ileten bir bilgi sistemi.

İnsanın hesap tutma ihtiyacı ekonomik hayatla birlikte doğmuş ve ekonomik hayata paralel bir gelişme seyri izlemiştir, bu yüzden ilkel biçimde hesap tutma tekniğinin doğuşu ticaretin başladığı çağlara kadar uzanır. Yapılan araştırmalarda, Babil İmparatorluğu'nda; kil tabletler, Eski Mısır'da; papirüs üzerinde hesaplaşma metinleri, hesap özetleri yapıldığı anlaşılmıştır.

Bugünkü muhasebe teorisinin temelini oluşturan çift taraflı kayıt yönteminin 13. yydan itibaren İtalya'da kullanılmaya başlandığı, 1296 tarihinde Floransa'da tutulmuş kayıtlardan anlaşılmaktadır. Uygulamalar sonucu oluşan çift taraflı kayıt yöntemi, din adamı ve matematikçi Luca Pacioli tarafından yazılı bir metin halinde 1494'te Venedik'te yayımlanmıştır.

Bilgi, kontrol ve öngörme aracı olan muhasebenin başlıca dört görevi vardır: Kaydetme, sınıflandırma, rapor etme, yorumlama. Muhasebe; Genel Muhasebe, Maliyet Muhasebesi ve Yönetim Muhasebesi olmak üzere üç bölüme ayrılır.

Muhasebe uygulaması, kar amaçlı örgütler yanında, kar amacı gütmemesine karşın, kaynak kullanan ve kaynak kullanılmasını bütçeleyip denetleyen kar amaçsız örgütler için de söz konusudur. Muhasebe kelimesi dilimize Arapça'dan geçmiş olup sayma ve aritmetik anlamındaki hisab kelimesinden türemiştir.


 

Nominal Döviz Kuru

Döviz kuru; belirleme, hesaplama ve hatta ilan edilme yöntemlerine göre çeşitli biçimlerde tanımlanabilir. Nominal döviz kuru da bu tanımlardan biridir. Nominal döviz kuru için de birçok tanım yapılmaktadır. Resmi merciler tarafından hergün, kısa veya uzun aralarla tespit ve ilan edilen kura çoğu kez nominal döviz kuru da denmektedir. Diğer bir tanımı ise, yabancı paranın ait olduğu ülkeldeki enflasyon oranını hesaba katmayan kur fiyatıdır. Bununla beraber kambiyo tekniğinde değişen amaçlara göre çok farklı nominal kur tanımları yapılmaktadır.


 

Ödemeler Bilançosu

Ödemeler bilançosu ana ülkede yerleşik gerçek kişi, işletme veya kurumların yabancı ülkelerle yürüttükleri ekonomik işlemlerin sistematik olarak tutulan kayıtlarıdır. Başka bir ifadeyle bir ülkenin belirli bir dönemde dış alemden sağladığı gelirlerle, dış aleme yaptığı ödemelerin (kaçakçılık niteliğinde olmayan döviz gelirlerinin ve döviz harcamalarının) yer aldığı bir tablodur.

Uluslararası ekonomik işlemlerin içine mal ve hizmetlerle birlikte üretim faktörleri üzerindeki işlemler de girer. Buna göre, sınır ötesi mal ve hizmet ticareti veya üretimi, ülkeler arası kısa ve uzun süreli mali sermaye ve dolaysız sermaye yatırımları, uluslar arası işgücü hareketleri ile teknoloji transferleri de bu tanımın kapsamına girer.

Uluslararası işlemlerin sonucunda ülkeye ya da ülkeden dışarıya ödeme akımları gerçekleşir. Ancak bazı ekonomik işlemler ödemeler bilançosuna kaydedilmekle birlikte herhangi bir ödeme akımı doğurmazlar. Örnek olarak malın mal ile değişimine dayalı ticaret (takas veya kliring); yatırım malı, teknoloji yönetim bilgisi şeklindeki yabancı sermaye, bağış veya hibe şeklindeki karşılıksız transferler verilebilir.

Ödemeler bilançosunun ana kalemleri

Temel hesap grupları Cari işlemler hesabı, sermaye hesabı ve resmi rezervler hesabıdır.

1- Cari işlemler hesabı: Ülkenin uluslar arası ekonomik işlemlerinden çok önemli bir grubu cari işlemler hesabına kaydedilir. Bir ülkenin ihraç ettiği ve ithal ettiği mal ve hizmet miktarını gösterir. Alt kalemleri şunlardır:

a) Mal ticareti: Dış ekonomik ilişkilerde en önemli yeri tutan işlemler mal ithalat ve ihracatıdır. Mal ihracatı ile mal ithalatı arasındaki farka dış ticaret dengesi denir. Dış ticaret dengesi öneminden dolayı ödemeler dengesi ile karıştırılabilmektedir. Ödemeler dengesi ülkenin dış alemle olan gelir - gider ilişkisini gösterirken dış ticaret dengesi ihracat ile ithalat arasındaki farkı ifade eder.

b) Hizmet ticareti: Görünmeyen ticaret de denilir. Ülkenin hizmet alım - satımını gösterir. Bu tip ödemelere örnek olarak dış turizm, uluslar arası banka ve sigortaların komisyon veya primleri, yabancı yatırımları kar ve faiz transferleri royaltyler, leasing bedelleri, yabancı danışmanlık ve mühendislik hizmetleri verilebilir. Yabancı yatırım kar ve faiz transferleri hizmet niteliğinde olmamasına rağmen sermaye hizmetlerini kullanmanın bedeli olarak düşünülmüştür ve hizmet ticareti kısmında incelenmektedir.

c) Karşılıksız transferler: Bağış niteliğindeki işlemlerdir, bir ödeme gerektirmezler. Türkiye için bu gruptaki en önemli kalemlerden biri yurtdışında çalışan işçi gelirleridir (workers' remittances). Bunlar önceleri ihraç edilen emek karşılığı olarak düşünülerek hizmetler bilançosuna kaydediliyordu. Ancak daha sonraları bu uygulama değiştirilmiş tek yanlı transferler içine alınmışlardır. Bunun nedeni yurtdışındaki işçilerimizin uzun yıllardan beri o ülkelerde bulunmaları dolayısıyla o ülkelerde yerleşik kişiler gibi düşünülmeye başlanmıştır.

Cari işlemler bilançosuna kaydedilen alacaklar ve borçlar toplamı birbirine eşit değilse cari işlemler açığı ya da fazlasından söz edilir.

2- Sermaye hesabı: Ülkenin dış alemle yaptığı her türlü mali sermaye ve dolaysız sermaye yatırımları, ödemeler bilançosunun sermaye hesabı bölümüne kaydedilir. Alt bölümleri aşağıdadır:

a) Uzun vadeli sermaye hareketleri: Dolaysız yabancı sermaye yatırımları (başka bir ülkede fabrika kurulması, ortak firma tesisi gibi) ile sınır ötesi tahvil ve hisse senedi alım satımları (portfolyo yatırımları) uzun vadeli sermaye işlemleri arasında yer alır. Resmi kuruluşlarca yabancı ülkelerden veya uluslar arası finansman kuruluşlarından sağlanan proje ve program kredileri de bu gruba girer.

b) Kısa vadeli sermaye hareketleri: Süresi genellikle 1 yıldan az olan sermaye giriş - çıkışlarıdır. Dış ticaretin finansmanına yönelik krediler ile ülkeler arasında faiz farklılıklarından ve döviz kuru değişmelerinden yararlanmak (arbitraj yapmak) amacına yönelik sermaye hareketleridir. Söz konusu sermaye kur ve faiz değişmelerine karşı çok duyarlı olup kolayca bir ülkeden diğerine hareket edebilmektedir. O yüzden bunlara sıcak para (hot money) fonları da denir.

Tekrar hatırlatmak gerekir ki sermaye hareketleri sonucunda oluşan faiz ve kar payları sermaye hesabında değil cari işlemler hesabında hizmet ticaretinin altındaki faiz kaleminde incelenir. Sermaye hareketleri ile cari işlemler hesabı arasındaki diğer ilişki ise sermaye hareketleri ile cari işlemler dengesi arasındadır. Bir ülkenin cari işlemler dengesi açık veriyorsa, bu açık genellikle sermaye girişleriyle kapatılır. Yabancı ülkelerden kredi alınmaya çalışıldığı gibi yabancı sermaye de teşvik edilir. Cari işlemler bilançosu ile sermaye hesabı birbirini dengeleyemez ise bir açık veya fazla ortaya çıkar.

Ödemeler bilançosundaki cari işlemler ile sermaye hareketleri dengeleri birlikte göz önüne alındığında, bunlar ekonominin genel dengesini oluşturur. Eğer ekonominin genel dengesinde bir açık ya da fazla söz konusu ise bu fark rezerv hareketleri hesabıyla denkleştirilir.

3- Rezerv hareketleri (Resmi rezerv değişmeleri) hesabı: Resmi rezervler gerektiğinde kullanılmak üzere merkez bankası tarafından tutulan uluslar arası ödeme araçlarıdır. Merkez bankası bu araçları döviz piyasasına müdahale etme amacıyla kullanır. Merkez bankasının müdahale nedeni ekonomide cari işlemler ile sermaye işlemlerinin sonucunda ortaya çıkan dengesizlikleri düzeltmektir. Bir ülkenin uluslar arası rezervleri altın, döviz ve özel çekme haklarıdır (SDR).

Resmi rezervlerin değişimini şöyle açıklayabiliriz: Eğer ülkenin döviz gelirleri döviz giderlerini karşılayamıyorsa o takdirde döviz kurları yükselmeye başlar. Çünkü ödeme yapabilmek için döviz talebi artmıştır. Tersine döviz arzının döviz talebini aştığı durumda ise kurlarda düşme eğilimi görülür. Eğer merkez bankası kur istikrarını sağlamak istiyorsa döviz piyasasına müdahale etmek zorunda kalır. Döviz talep fazlası durumunda piyasaya döviz satar, arz fazlası durumunda da piyasadan döviz satın alır. Bunlar resmi rezervlerin değişmesine neden olur. Piyasaya döviz satıldığında rezervler azalır, piyasadan döviz aldığında ise rezervleri artar.

Ödemeler bilançosundaki işlemlerden bir kısmı otonom nitelikte, diğer bir kısmı ise denkleştirici niteliktedir. Ödemeler dengesinde bir açık veya fazla doğuran işlemler otonom niteliktedir. Bunlar cari işlemler hesabı ile sermaye hareketleri hesabıdır. Denkleştirici işlemler ise otonom işlemlerden kaynaklanan dengesizlikleri telafi eder. Bu itibar ile resmi rezerv değişmeleri denkleştirici işlem niteliğindedir.

4- Net hata ve noksan (istatistiksel farklar) hesabı: Bu hesap tek bir kalemdir ve denge sağlamak için kullanılır. Dengenin gerçekleştirilememe nedenleri arasında ithalat ve ihracat ile ilgili yanlış bilgiler, kaçakçılık, eksik bilgiler, unutmalar, malların ülkeye giriş çıkışının farklı bilanço dönemlerine rastlaması vb sayılabilir.


 

Off-Shore Bankacılık

Türk bankacılık literatürüne kıyı bankacılığı olarak sokulan, aslında kıyı ötesi anlamına gelen, Off shore Bankacılığı , müdahale ve denetimi ile vergilemenin asgari düzeyde tutulduğu koşullarda konvertibl paralar üzerine işlem yaparak, çok uluslu şirketlere, uluslararası girişimlere hizmet veren bir bankacılık türüdür.

Genellikle serbest bölgelerde faaliyette bulunurlar. Kıyı finans merkezleri, uluslararası mali işlemlerin liberal bir şekilde yürütüldüğü yerlerdir. Bu merkezlerin en ünlüleri, Bahama Adaları, Hong Kong, Panama, Lüksemburg, İsviçre, Bermuda, Liechtenstein, Cayman Adaları ve Bahreyn dir. Ayrıca, Güney Kore, Filipinler ve Singapur da da kıyı bankacılığı yapılmaktadır.

Bazı ülkelerde (örneğin, Singapur ve Filipinler de), bölge halkına da kıyı bankacılığının sunduğu kolaylıklardan yararlanma izni verilmiştir. Kıyı bankacılığı uygulamasının gelişme koşulları olarak ise, özellikle siyasal istikrar ve uygun çevre yaşantısı, yeterli döviz rezervleri ve fazlalık veren bir ödemeler dengesi, uygun coğrafi konum, gelişmiş bir hava ulaşım şebekesi, telekomünikasyon ve posta hizmetleri, uygun yasal çerçeve, para otoritelerinin sağlayacakları belirli ayrıcalıklar (özellikle karşılık ayırma zorunluluğunun kaldırılması gibi), ayrıcalıklı vergi oranları, kalifiye personel ve asgari yerel idari denetim sayılabilir.


 

Oligopol

Ekonomide aynı ya da benzer malların, az sayıda firma tarafından üretildiği piyasa durumu. Tam rekabet ve monopol piyasa arasında bulunur. Temel özelliği, firmaların kararlarının birbirine bağlılığının yüksek olmasıdır.

Her firma, fiyatlarda oluşan değişikliğin diğer firmalar üzerinde yaratacağı etkiyi hesaplamak zorundadır. Oligopol durumunda bir firmanın satabileceği miktar, yalnızca malın fiyatına değil, diğer firmaların fiyatlarına da bağlıdır. Oligopol piyasalarda rekabet kendisini, reklam ve ürün farklılaştırması gibi fiyatdışı alanlarda gösterir.

Oligopol piyasada büyük ölçüde söz konusu olan risk ve belirsizliğin en aza indirilmesi yanında, karların yükseltilmesi amacıyla firmalar arasında genellikle gizli ya da açık anlaşmalar yapılır. Bu tip anlaşmaların en yaygın olanı fiyat rekabetini önlemek amacıyla yapılan anlaşmalardır.


 

Para Piyasası

Teknik anlamda para arz ve talebinin karış karşıya geldiği piyasalara para piyasaları denir. Para piyasası bu anlamıyla sermaye piyasasından daha geniş bir kapsam taşımaktadır.

Sermaye piyasası, genellikle yatırım ve/veya işlet me sermayesi ihtiyacında olanlar ile tasarrufların karşılaştığı bir piyasadır. Hatta klasik iktisatçılar sermaye talebini yalnızca yatırım isteğine bağlama eğilimindedir.

Neoklasik iktisat doktrini ise, ödünç verilebilir fonlar teorisi ile bu piyasının kapsamını gerçekçi bir şekilde genişletmiş ve fon arzının yalnızca tasarruflardan, fon talebinin de yalnızca yatırım talebinden kaynaklanmadığını vurgulamak istemiştir.

Keynesyen teori, kavramı bir açıdan daraltıp başka açıdan genişleterek doğrudan para arz ve talebini kapsayan bir piyasa ile çalışmaktadır.


 

Para Politikası

Para politikası, her ülkenin merkez bankasının çeşitli makro hedefleri gerçekleştirmek ve/veya çeşitli makro sorunlara çözüm yaratmak amacıyla çeşitli parasal araçlar vasıtası ile uyguladığı politikayı ifade etemktedir. Dünyada, bağımsız, yarı bağımlı ve tam bağımlı merkez bankacılığı uygulamalarına bağlı olarak, para politikasının etkinliği merkez bankasının pozsyonuna göre farklılık arzetmektedir. Yani, bir ülkenin merkez bankasının bağımsızlığı ile para politikasının etkinliği arasında doğru orantılı bir ilişki sözkonusudur.

Piyasa ekonomisi mantığının benimsenmiş olduğu bir ekonomide Merkez Bankası'nın özerkliği çok önemlidir. Özellikle, 5 Kasım 2001 tarihinde yürürlüğe giren son düzenleme TCMB'na özerklik konusunda yeni olanaklar sağlamaktadır. Merkez Bankası faiz ve döviz kuru silahını kullanarak, ekonomideki parasal büyüklükleri etkiler; parasal büyüklükleri baskı altında tutar veya parasal büyüklükler üzerindeki baskıyı hafifletir.

Para politikası kararları alınırken ekonomi yönetiminin ve onun bir parçası olarak Merkez Bankası'nın temel hedefi enflasyona neden olmaksızın tam istihdam düzeyine ulaşmak ve bunu sürdürmektir. Parasal büyüklüklerin ve ekonomideki likiditenin daha hızlı genişlemesini ve faiz oranlarının düşmesini sağlamaya yönelik para politikasına genişlemeci para politikası, para arzındaki artışı yavaşlatmayı, hatta para arzını daraltmayı ve faiz oranlarının yükselmesini sağlamaya dönük para politikasına da daraltıcı para politikası denmektedir.


 

Piyasa kavramları

İktisadi açıdan piyasa, alıcı ve satıcıların birbirleri ile karşılıklı iletişim içinde oldukları ve mübadelenin meydana geldiği yer olarak tanımlanır. Piyasa kavramı genellikle teorik ve mekandan soyutlanmış bir kavramdır. Piyasa kavramı somut olarak düşünülürse, daha çok borsa olarak tanımlanabilir. Borsa hangi türde olursa olsun, arz ve talebin karşılaştığı bir mekandır.

Piyasa bir ülkenin sınırları içinde ise ve o ülkede yapılan işlemleri kapsıyorsa buna iç piyasa (domestic market), işlemler ülke sınırlarını aşıyorsa buna da uluslararası piyasa (international market) denir.
Mali Piyasa

Bir ülkede fon kullananlar ile fon arz edenler arasında fon akımlarını düzenleyen kurumlar, akımı sağlayan araç ve gereçler ile bunları düzenleyen hukuki ve idari kurallardan oluşan yapıya mali piyasa denilebilir. Tanımdan da anlaşılacağı gibi, mali piyasa para ve sermaye piyasalarından daha geniş ve bu piyasaları da kapsamına alan bir kavramdır.

Mali piyasa beş ana unsurdan oluşmaktadır.

a) Tasarruf sahipleri (fon arz edenler),
b) Yatırımcılar (fon talep edenler),
c) Yatırım ve finansman araçları,
d) Yardımcı kuruluşlar,
e) Hukuki ve idari düzen olarak sıralanabilir.

Para Piyasası (Money Market)

Kısa vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasaya "para piyasası" denir. Para piyasasının tipik özelliği kısa vadeli fonlardan oluşmasıdır. Para piyasalarında vade genellikle bir yılı aşmaz. Para piyasasından sağlanan fonlar kredi olarak işletmelerin dönen varlıklarının finansmanında kullanılır. Para piyasasının araçlarını ticari senetler; kaynaklarını çeşitli mevduat oluşturmaktadır.

Para piyasasının kendi içinde örgütlenmiş ve örgütlenmemiş para piyasası olarak da bir ayrımı yapılabilir. Örgütlenmiş para piyasası bir bankalar sistemidir. Çünkü işletmelerin nakit ihtiyacı çoğunlukla ticari bankalar tarafından karşılanmaktadır. Örgütlenmemiş para piyasası banka sisteminin dışında kalan piyasadır. Bankalar dışındaki kişi ve kuruluşlar da bazen işletmelere kısa vadeli fon sağlarlar.

Sermaye Piyasası (Capital Market)

a) Özellikleri

En genel tanımıyla sermaye piyasası orta ve uzun vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasadır. Sermaye piyasası mali piyasa kavramından daha dar ve teknik bir nitelik taşır ve genellikle mali piyasa kavramı içinde yer alır.

Sermaye piyasasının tipik özelliği ve para piyasasından ayrıldığı en belirgin niteliği bu piyasanın orta ve uzun vadeli fonlardan oluşmasıdır. Bu vade bir yıldan fazla olmalıdır. Sermaye piyasasından sağlanan krediler genellikle, işletmelerin bina, makina ve teçhizat gibi duran varlıklarının finansmanında kullanılır.

Para piyasasında olduğu gibi, sermaye piyasasının kaynakları da tasarruf sahiplerinin birikimleridir. Sermaye piyasasının en önemli ve yaygın araçları hisse senetleri ve tahvillerdir.

b) Çeşitleri

Sermaye piyasının bir bölümlendirmesini yapmak gerekirse aşağıdaki gibi bir ayırım yapılabilir.

Birincil Piyasa (Primary Market): Hisse senedi ve tahvil gibi menkul değerleri ihraç eden şirketler ile alıcıların yani tasarruf sahiplerinin doğrudan doğruya karşılaştıkları piyasalardır. Buna hisse senetleri ile tahvillerin ilk kez sürülüp "ihraç"tan alındığı piyasa da denilebilir. Arada şirketin bizzat bulunmayıp bir banka ya da aracı kurumun bulunması bu alımın birincil piyasadan olmasına engel değildir.

İkincil Piyasa (Secondary Market): Menkul kıymetleri ihraçtan alanlar, bunları tekrar paraya çevirmek istediklerinde, hisse senetlerinde hiçbir zaman, tahvillerde ise vadeden önce bunları ihraç eden kuruluşa müracaat edemezler. İkincil piyasa bu durumdaki menkul kıymetlerin paraya çevrilmesini sağlayan piyasadır ve menkul kıymet borsaları bu piyasayı tanımlamada en iyi örnektir.

İkincil piyasa, menkul kıymetlerin likiditesini arttırarak birincil piyasaya talep yaratır ve gelişmesini sağlar. İkincil piyasanın en iyi teşkilatlanmış bölümü menkul kıymet borsalarıdır. Bunun haricinde sermaye piyasası iyi gelişmiş ülkelerde bir de "over the counter" (tezgah üstü) borsa dışı piyasa vardır.

Birincil piyasa daha çok sermaye piyasası bilinciyle, ikincil piyasa ise menkul kıymetler piyasası bilinciyle çalışır. Birincil piyasada uzun vadeli fonların tasarruf sahibinden firmalara intikali söz konusudur ve birincil piyasada yapılan tahvil ve hisse senedi satışları sonucunda firmaya yeni sermaye girer. Oysa ikincil piyasada el değiştiren menkul kıymetlerden sağlanan fonların bunları çıkaran şirketle bir ilgisi yoktur.

Para Piyasası ile Sermaye Piyasası Arasındaki İlişkiler

Geniş anlamdaki sermaye piyasası kavramına para piyasası da dahil olmaktadır. Bu durumda gerek kredi arzı, gerekse kredi talebi para piyasasından sermaye piyasasına ya da sermaye piyasasından para piyasasına kolayca kayabilir. Faiz haddi iki piyasa arasındaki fon akımını ayarlayan bir düzenleyici olmaktadır.

Fon arz edenler, kendi yatırım politikalarını ve elde etmeyi umdukları gelire bağlı olarak yatırılabilir fonları bu piyasalardan birine veya her ikisine yönlendirilebilirler. Fon talep edenler de, ihtiyaç duydukları kredinin türüne göre her iki piyasadan borçlanabilirler. Bazı aracı kuruluşlar, özellikle bankalar hem para, hem de sermaye piyasası işlemleri yapabilirler ve her iki piyasada çalışabilirler.

Para piyasası ile sermaye piyasasında cari faiz hadleri değişik olmakla birlikte birbirleriyle ilişkilidir. Fonlar genellikle düşük faiz haddinden yüksek olana doğru kayar. Para piyasasında meydana gelen bir faiz oranı artışı, sermaye piyasasına da etki eder.


 

Portföy

Kişi ve kuruluşlar sahip oldukları servetlerini çeşitli şekilde tutarlar:

*Nakit para,
*Altın ve döviz,
*Vadeli mevduat, tahvil, hisse senedi ve hazine bonosu gibi mali mevduatlar,
*Gayrimenkul ve yatırım malı olarak fiziki mevcutlar.

Servetin tutulma şekli olan yukarıdaki dört mevcudun bütününe kişi veya kuruluşların portföyü denir. Kişi veya kuruluşların portföy yapısı bunların risk alma eğilimlerine, likidite tercihlerine ve çeşitli mevcutların sağlayacağı getiri oranlarına bağlıdır. Kişi ve kurumların likidite ihtiyaçlarının değişmesi veya mevcutların getiri oranının değişmesi, portföyün yeniden düzenlenmesi sonucunu verir.

Örneğin reel faiz hadlerinin yükseltilmesi halinde, portföy sahibi portföyünde tuttuğu nakit parayı vadeli mevduata veya tahvile dönüştürme yoluna gidebilir.


 

Resesyon

En azından altı ay süreyle ekonomik faaliyetlerde gerileme nedeniyle reel gayri safi yurt içi hasılanın düşmesi. Ekonomik faaliyetlerde duraklama. Bir konjonktür dalgasında doruğu izleyen reel ekonomik faaliyet düzeyinde ılımlı daralma aşaması. Ekonomideki daralma ılımlı değil şiddetli olursa buna depresyon veya slump denmektedir.


 

Revalüasyon

Reevalüasyon ya da revalüasyon, paranın dış değerinin yükseltilmesidir.

Dış denge

1960'lı yıllardan sonra dış fazlalık artık ideal bir hedef olarak gözükmemektedir. Çünkü dış fazlalık rezerv birikimine yol açarak ticari partönerlerin koruma tepkilerine yol açmakta, ticari ilişkileri bozmaktadır. Ayrıca bu durum, alacaklı ülke parasının olduğundan daha az değerlendirilmesine yol açarak, anahtar paralara karşı ve ulusal para lehine spekülasyonlara neden olmakta, uluslararası para sisteminde kararsızlık doğurmaktadır.

Dış fazlalık, borçlu ülkelerin ithalatını kısıtlamalarına neden olarak, büyümelerini durdurmaktadır. Bu açıdan bakıldığında revalüasyon, dış fazlalıkların olumsuz sonuçlarını şu yollarla yok etmektedir:

Ulusal malların pahalılaşmasına neden olarak ihracatı azaltmaktadır.
Yabancı malları ucuzlatarak ithalatı artırmaktadır.
Spekülatif fonların yeniden ülke dışına yönelmesine neden olmaktadır.
İç Denge

Kronik bir dış fazlalık durumu, para politikasının klasik araçlarının etkilerini yok edecek şekilde bir ithal edilmiş enflasyon faktörü oluşturabilir. Teorik olarak ithal edilmiş enflasyon, dış mübadelelerin durumundan iç fiyatların artmasıdır. Enflasyonu ithal etmenin üç yolu vardır:

Likidite etkisi: Likidite Teorisi'ne göre ithal edilmiş ennfasyon ile döviz girişleri arasında çok yakın ilişki vardır. Döviz akımları sonucunda kullanılabilir para miktarının artması, iç fiyatları arttırmaktadır.

Gelir etkisi: Dış fazlalık, sermaye ihracıyla veya aynı tutarda bir net iç tasarrufla telafi edilmediği takdirde enflasyonist etki yaratır.

Dış fiyatların direkt etkisi: Dışa açık ekonomilerde ulusal firmaların dış piyasalarda daha yüksek fiyatlar elde etmesi, bunların kârlılıklarını artırarak daha yüksek ücretler ödemelerine neden olmaktadır. Böylece ihracat fiyatları kanalıyla fiyat artışları içeriye aktarılmaktadır. Aynı şekilde ithalat fiyatlarının artması kanalıyla da enflasyon, maliyet enflasyonu olarak aktarılmaktadır.

Bütün bu durumlarda revalüasyon, ihracatın hacmini ve sermaye girişlerini, dolayısıyla likidite düzeyini ve iç talebi kısmak için kullanılabilecektir. Revalüasyon oranının belirlenmesinde para otoritelerini en çok tedirgin eden konu, bu operasyonun içerde yaratacağı deflasyonist etkinin derecesi olmaktadır.

Tarihteki önemli revalüasyonlar olarak 1946'da İsveç Kronu'nun ve Kanada Doları'nın, 1961 ve 1969'da Alman Markı'nın revalüasyonları sayılabilir.


 

Sabit Kur

Bu sistemde, yabancı paraların, yani dövizin alım-satımı ve hangi kurdan ne oranda yurtdışına satılacağına devlet karar vermektedir. Bunun bir hükümet politikası olarak benimsenmesinde özellikle dış ödemeler dengesinin durumu çok etkili olmaktadır.

Hükümetler, bu yolla ithalatın sınırlanmasını sağlar ve dış ticaret dengesinin oluşmasına çaba gösterirler. Ayrıca, ithalatın sınırlanması yoluyla istenen, daha doğrusu arzulanan malların ithaline de yol açarak, ithalatın bir başka biçimde denetlenmesini sağlarlar.

Bu sistemde devlet, kendi ulusal parasının uluslararası değerini de belirleme çabasındadır. Burada serbest piyasa rejiminden uzaklaşılarak, özellikle bir dalgalı kur politikasından kaçınılır. Yani, milli paranın yabancı paralar karşısında dalgalanması ve belli piyasa değeri içinde değerinin oluşması önlenir.

Bugün bu sistemden, yani katı haliyle bu sistemden önemli bir sapma görülmektedir ve özellikle sabit kur politikası sadece sermaye hareketlerinin kontrolünde uygulanmaktadır. Bunun dışında normal dövizle yapılan giriş-çıkışlarda ve diğer işlemlerde piyasa değerine dayanan bir kur politikası izlenir.

Sabit kur sistemi, sadece gelişmekte olan ekonomilerde değil, gelişmiş ekonomilerde de uygulama alanı bulmaktadır. Örneğin, İngiltere'de 1947'den başlayarak yakın zamana değin sabit kur politikası uygulanmıştır. Buna göre İngiliz yurttaşları, döviz alımında serbest bırakılmakta, ancak elde döviz tutma hakkı sınırlanmaktaydı. Ayrıca bu işler için de döviz pozisyonu tutmaya yetkili bankalar görevliydi. Kuşkusuz bunun nedeni, İngiltere deki dış ticaret dengesinin açık vermesiydi.


 

Safi Hasıla

Fizyokratlardan François Quesnay'nın tarımda safi bir hasılanın meydana geldiğini iddia ettiği teori ile ilgili bir kavramdır. Her üretken faaliyet, belirli bazı harcamaları gerektirmektedir. Bunlar kayıptır.

Diğer bir deyişle yeni servetin üretiminde bir miktar servet imha edilmektedir. Yaratılan yeni servet ile imha edilen servet arasındaki fark, servetin net artışını oluşturmaktadır. Fizyokratlar buna net hasıla adını vermekteydi.

Fizyokratlara göre net hasıla, yalnız bir üretim kategorisinde meydana gelmekteydi ve bu da tarımdı. Ancak tarımda üretilen servet, tüketilen servetten büyüktü. İstisnalar hariç çiftçi tükettiğinden daha fazlasını hasat etmekteydi. Çiftçinin bütün yıl boyunca yaptığı tüketim karşılanmakta ve tarımın safi hasıla meydana getirme kudreti sayesinde ekonomi ve uygarlık mümkün olmaktaydı.

Diğer üretim sınıflarında net hasıla meydana gelmemekteydi; ticarette veya ulaştırmada insan emeği fazla bir şey üretmemekteydi; yalnızca üretilmiş malların yerine yenileri konmakta veya bunlar taşınmaktaydı. İmalat sanayiinde zanaatkâr hammaddeleri bir araya getirmekte veya şeklini değiştirmekteydi.

Tarım dışındaki faaliyetler kısırdı, çünkü ilave bir servet yaratmamaktaydı. Aslında imalat sanayiinde ve ticarette tarımdan daha fazla kazanç elde edilmektedir. Fizyokratlara göre bu türlü kazançlar tarım sınıfından sanayi sınıflarına yapılan servet transferi idi.


 

Standart Sapma

Standart sapma piyasanın hareketliliği hakkında bilgi veren bir istatistiksel metottur. Genellikle, tek başına bir gösterge olarak kullanılmaz, daha ziyade diğer göstergelerin oluşturulmasında kullanılır. Örneğin, Bollinger Bands, hareketli ortalamaya Standart sapmanın eklenmesiyle elde edilir.

Fiyatların hızlı değişim gösterdiği dönemlerde Standart sapma yüksek değerlere ulaşır. Benzer bir şekilde, piyasanın durgunlaştığı dönemde Standart sapma değeri düşer. Bir çok analizci, önemli tepe noktalarının hareketliliğin yüksek olduğu, önemli dip noktalarının ise hareketliliğin düştüğü dönemlerde oluştuğuna inanırlar.


 

Serbest Piyasa

Alışverişin tam rekabet şartları içinde serbestçe yapıldığı piyasadır. Mal piyasaları için kullanıldığı gibi üretim faktörleri piyasaları için de kullanılmaktadır. Fiyatların resmi olarak tespit edildiği durumlarda resmi kurun dışında oluşan piyasalara paralel piyasa veya serbest piyasa ismi verilmektedir.

Yabancı paralar için serbest kur sistemi olarak bilinmektedir. Serbest kur sisteminde yabancı paralar piyasada serbestçe alınıp satılır ve fiyatları arz ve taleple belirlenir. Ekonomide hükümet veya Merkez Bankası tarafından tespit edilen resmi bir kur belirleniyorsa, bunun dışında serbestçe oluşan kura serbest piyasa denir.


 

Sermaye

Ödenmemiş Sermaye

Ticaret ortaklıklarında, ortaklar tarafından işletmeye konması taahhüt edilen nakit sermayeden ortaklığa henüz ödenmemiş olan kısmı ifade eder. Bu sermayedenişletmeye fiilen tahsis edilmiş kısma ise, ödenmiş sermaye adı verilir.

Yasalarda aksine hüküm olmadıkça ticaret ortaklıklarına sermaye olarak para, alacak, kıymetli evrak, taşınır ve taşınmaz mallar ile bunlardan yararlanma hakları, sınai haklar ve kişinin emeği konabilir.

Konan sermaye, ortaklar arasında düzenlenen ortaklık sermayesi ile belli edilir. Her ortak koymayı taahhüt ettiği sermayeden dolayı bu zamandan itibaren ortaklığa karşı borçlu olur. Ortaklığın sözleşme ile belirlenen ve taahhüt edilen sermayesi bilançonun pasifinde, bu sermayeden henüz nakit olarak ödenmemiş kısım ise aktifinde ayrı bir hesapta gösterilir.

Yapılan ödemeler aktifteki ödenmemiş sermayeden düşülür. Pasifteki itibari sermaye ile aktifteki ödenmemiş sermaye aarasındaki fark ödenmiş sermayeyi gösterir. Ortaklık, her ortaktan taahhüt edilmiş ve öngörülen zamanda ödenmemiş sermayeyi ödemesini isteyebilir; ödemediği takdirde, ortağı dava edebilir ve gecikme dolayısıyla önceden ihtar etmek kaydıyla uğradığı zararın tazminini isteyebilir. Ortaklığın iflâsı veya tasfiyesi ha linde de, taahhüt edilmiş ve henüz ödenmemiş sermaye dolayısıyla ortakların sorumluluğu devam eder.

Ödenmiş Sermaye

Bir ortaklık sözleşmesinde kararlaştırılmış olan serma yenin fiilen ödenmiş kısmıdır.

Özsermaye

Bir işletmenin özsermayesi, varlıkları ile borçları arasındaki farktır. Bilançonun, normal olarak aktifinde varlıklar, pasifinde borçlar ve özsermaye rapor edilir. Aktifte zarar ve pasifte birikmiş amortismanlar, şüpheli alacaklar karşılığı gibi bazı karşılık hesapları da rapor edilebilir.

Özsermaye, işletmenin net varlıkları ile borçları arasındaki farktır. Bilançoda özsermaye kısmı, çeşitli hesaplardan oluşur. Örneğin bir anonim şirket bilançosunun özsermaye kısmında sermaye (hisse senetlerini temsil eder) hesabı yanında çeşitli ihtiyat hesapları (kanuni, ihtiyari ve olağanüstü ihtiyatlar) yer alır.

Bir dönemin kâr veya zararı özsermayedeki değişiklik cinsinden de ifade edilebilir. Belli bir dönem zarfında özsermayede azaltma (sermaye azaltılması, kâr dağıtımı gibi) veya artırma (sermaye artırımı gibi) yapılmadığı takdirde, dönem sonu özsermayesinin dönem başı özsermayesini aşan kısmı dönem kârını verir. Dönem sonu özsermayesi dönem başı özsermayesinden daha küçük ise, dönem zararı söz konusu demektir.

Ülkemizde Vergi Usul Kanunu'na göre, dönem kâr/zararının, dönem başı ve dönem sonu özsermaye karşılaştırması yolu ile hesaplanması gerekmektedir.


 

Sermaye Arttırma

Bedelsiz Sermaye Artırımı

Bedelsiz Sermaye artırımı, şirketlerin kendi iç kaynaklarını (emisyon primi, yeniden değerleme değer artışı, yedekler, iştirak ve duran varlık satış karları, temettü) kullanarak yapmış oldukları ve ortaklarından ilave kaynak
talep etmeden bedelsiz olarak hisse senedi dağıttıkları sermaye artırım türüdür.

Bedelsiz Sermaye artırımı şirkete ek bir finansman kaynağı sağlamamakla beraber şirketlerin bedelsiz sermaye artırımına gitme nedenleri bulunmaktadır. Başlıca nedenleri emisyon primi ile iştirak ve duran varlık satış karı kalemlerinden yapılan sermaye artırımlarının şirkete sağladığı vergi avantajıdır. Bir başka neden ise şirketlerin enflasyon karşısında erimiş olan sermayeyi güncellemek amacıyla yapılmak istenmesidir.

Bedelsiz Sermaye artırımında kullanılan Temettü dışındaki kaynaklar birer Özsermaye kalemi olup, esasında yapılan işlem Özsermaye kalemleri arasında tutarların yer değiştirmesinden ibarettir.Temettünün Bedelsiz Sermaye artırımında kullanılması ise şu şekilde olmaktadır; Şirketler'in Genel Kurulları dönem sonunda elde ettikleri kar'dan dağıtılabilinecek olan kısmından temettü tutarlarını belirler.

Yine Şirketlerin Genel Kurulları veya Genel Kurulların yetkilendirmesi ile Yönetim Kurulları bu temettü tutarların bir kısmının veya tamamının nakit olarak değilde hisse senedi şeklinde bedelsiz olarak sermaye artırımında kullanabilir.

Rüçhan Hakkı ve Bedelli Sermaye Artırımı

Bedelli Sermaye artırımı, şirketlerin dış kaynaklardan temin etmiş oldukları yeni kaynaklar karşılığında yani bir bedel karşılığında hisse senedi dağıttıkları sermaye artırım türüdür. Ortakların Bedelli Sermaye artırımına katılma hakları da Rüçhan Hakkı olarak adlandırılmaktadır.

Şirketleri Bedelli Sermaye artırımı yapmaya iten başlıca iki neden bulunmaktadır. Bunlardan ilki, şirketin faaliyet hacminin büyümesine paralel olarak sermaye ihtiyacının olması. İkincisi ise, yeni yatrırımlar neticesinde şirketlerin fon ihtiyacı içinde olması ve ihtiyaç duyulan fonların bir kısmının sermaye artırımı yoluyla temin edilmeye çalışılması.

Bedelli Sermaye artırımı şirkete ek bir finansman kaynağı sağlamaktadır. Bu kaynak genellikle mevcut ortaklardan temin edilmekle beraber bazı durumlarda da mevcut ortakların Rüçhan Hakları kısıtlanarak, yeni ortaklara bu imkan primli olarak kullandırılmaktadır. Böylece yeni ortaklar edinebilen şirketleri bu yola iten başlıca neden daha fazla fon temin etme ihtiyacıdır.

Bu yolla şirketler normalde 1.000 TRL nominal değere sahip yeni senetleri mevcut ortaklarına yine 1.000 TRL'den kullandırarak, bir senet karşılığında böylece 1.000 TRL fon temin edecekken, yeni ortaklara daha yukarı bir fiyattan senetleri satarak daha fazla fon temin etme olanağını elde etmektedirler.

Yukarıda bahsedildiği gibi şirketler Bedelli Sermaye artırımında genelde 1.000 TRL'lik nominal değere sahip yeni senetleri yine 1.000 TRL karşılığında mevcut ortaklarına kullandırmakla beraber, bazı zamanlar daha fazla fon ihtiyacı içinde olan şirketler daha yüksek bir fiyattan Rüçhan Hakkını mevcut ortaklarına kullandırma yoluna gitmektedir.


 

Sermaye Sistemleri

Türkiye'de mevzuat gereği şirketler iki çeşit sermaye sisteminden birini seçebiliyorlar. Bunlar kayıtlı ve esas sermaye sistemleridir. Kullanılacak sisteme şirketlerin genel kurulları karar verir ve bu karar SPK tarafından incelenip onaylandıktan sonra yürürlülüğe girer.

Kayıtlı Sermaye Sistemi

Kayıtlı sermaye sistemi, şirket yönetim kurullarına sermaye arttırımlarında belli bir serbesiyet verir. Şöyle ki, genel kurullarından arttırabilecekleri sermaye için bir maksimum limit (sermaye tavanı) isteyen yönetim kurulu, bu
tavanı aşmamak kaydıyla, en az beş yıl içerisinde de o tavana ulaşmak kaydı ile, istediği zamanda, ister bir kerede ister bir kaç sermaye artırımı yoluyla, tavan miktarına kadar sermayelerini yükseltebiliyorlar. Böylece daha serbest ve hızlı hareket edebilen şirket ve yönetim kurulu, sermaye gereksinimi duyduğunda en kısa zamanda bu ihtiyacını giderebilme imkanına kavuşuyor.

Şirketler kayıtlı sermaye sistemine genel kurularının karar vermesi ve SPK'nın onaylaması durumunda geçebilmektedir; sisteme giriş ve çıkışlar SPK'nın tasarrufuna bırakılmıştır. Son yıllarda şirketler arasında gözlenen eğim kayıtlı sermaye sistemine geçiş yönündedir, bunun başlıca nedenide şirket yönetim kurulların her sermaye artırımı için genel kurulun onayına ihtiyaç duymayacaklar olmalarıdır.

Kayıtlı sermaye sisteminde, şirketlerin sermayesi için (finans literatüründe) çıkarılmış sermaye ve tavan miktarı için kayıtlı sermaye tavanı terimleri kullanılıyor. Çıkarılmış sermaye terimi türetildiği halde, uygulamada yerine ödenmiş sermaye veya sermaye terimleri kullanılabiliniyor. Esasında aynı şeyi belirten bu terimler, teorik açıdan sistemi doğru betimlemesi için yanlış kullanılmaması uygun olacaktır.

Esas Sermaye Sistemi

Esas sermaye sisteminde bir sermaye tavanı yoktur. Şirketin ödenmiş sermayesi ancak ve ancak genel kurulun alacağı zaman ve arttırım miktarı kararına göre zamanında bir kerede yapılır. Eğer yeni sermayeye ihtiyaç duyulursa, o zaman yapılacak tek şey genel kurulu toplamak ve oradan bu kararın çıkmasını sağlamak. Esas sermaye sisteminde, sermaye terimi yerine ödenmiş sermaye terimi kullanılır.


 

Spekülasyon

Spekülasyon, en basit şekliyle, ileride fiyat değişikliğine uğrayacak malların, aradaki fiyat farkından yararlanarak kâr etmek amacıyla önceden satın alınmasıdır.

Özellikle bireyler, tahvil faizlerinin düşük ve gelecekteki fiyatların belirsiz olduğu dönemlerde, ileride tahvil fiyatlarının düşeceğini, dolayısıyla faizlerin yükselebilme olasılığını düşünerek paralarını ellerinde tutmayı tercih ederler. Spekülatif amaçla tutulan para miktarının fırsat maliyeti düşük olduğundan, faiz oranları ile arasında tersine bir ilişki vardır. Diğer bir deyişle, faiz oranları düştüğünde, spekülatif para talebi yükselir. Spekülasyonun başlıca nedenleri şunlardır:

Savaş, kıtlık, enflasyon gibi nedenlerle gelecekteki fiyat artışlarındaki belirsizlikler.
Tahvil fiyatlarındaki belirsizlikler.
Piyasadaki para miktarının artması.
Görüldüğü gibi spekülasyon, gelecekle ilgili tahminlere ve büyük ölçüde tesadüflere bağlı bulunmaktadır. Fırsatları değerlendirmek amacıyla faaliyet gösteren kişilere ise spekülatör denir.


 

Stagflasyon

Stagflasyon kavramı, bir ekonominin, aynı anda hem işsizlik hem de enflasyon içinde bulunması durumunu ifade eder. Yüksek bir enflasyon oranının, kullanılmayan üretim kapasitelerinin, işsizliğin ve yetersiz bir büyüme hızının birlikte yaşandığı bir ekonomik olayı ifade etmek için kullanılan stagflasyon, ciddi bir ikilemi ortaya koymaktadır.

Daraltıcı para ve maliye politikaları, bir ekonomide talep enflasyonu için çözüm olurken, yüksek işsizlik oranlarının azaltılması için genişletici politikalar izlenmesi gerekmektedir. Stagflasyon durumunda, makro düzeyde başlıca sorun, istihdam konusunda ortaya çıkmaktadır.

Özellikle enflasyon oranlarının yüksek olduğu dönemlerde ortaya çıkan işsizliğe rağmen, ücret baskıları tercih edilmektedir. Yine artan işsizlik, çalışanların hayat standardını korumaya yöneliktir.

Özellikleri

Devletin, maliye ve para politikası aracılığıyla enflasyonu kontrol altına almak istemesi nedeniyle, ekonomik faaliyetler belli ölçüde daralır.

Enflasyon oranının yüksek olduğu dönemlerde, artan işsizliğe rağmen ücret baskıları ve artan işsizlik, çalışanların hayat standartlarını muhafaza etmeye yeğlenir. Bu durum ise sendikaların pazarlık güçlerini artırır.

Bu dönemde kârlar azalır. Bu durum ise özellikle rekabetçi serbest piyasa ekonomisinin, uzun dönemde temelini sarsan ciddi bir olgu haline gelmektedir.

Daha yüksek ücretler için konan baskılar, toplumda artan işsizlikle birlikte firmaları, işçi grevleri nedeniyle zarar ve kârların azalması tercihiyle karşı karşıya bırakmaktadır.

Mücadele Tedbirleri

Stagflasyon olgusu, bir ekonomide, karar birimlerini enflasyonla mücadele ederken işsizliği kötüleştirmeme ya da işsizlikle mücadele ederke,n enflasyonu kötüleştirmeme arasında ciddi önlemler almalarını gerektiren bir ikilemle karşı karşıya getirmektedir.

Bir yandan işsizliği gidermek için genişletici maliye politikası tedbirleri uygulanması, diğer yandan fiyat artışlarını engellemek için daraltıcı bir politikanın uygulanması gerekir ki karar vericiler (siyasal iktidarlar) için bu gerçekten zor bir seçenektir ve bir tercih sorunudur.

Hangi politika seçilirse seçilsin, bir amacın gerçekleştirilmesi sırasında diğer amaçtan uzaklaşılacaktır. Bu nedenle devlet politikasınca izlenilecek yol, bu iki amacın optimal bir bileşimini gerçekleştirmeye çalışmaktır.

1970'li yılların başından beri stagflasyon olgusuna çözüm arayan gerek Keynesyen iktisatçılar, gerekse Monetaristler, ekonominin mikro yapısını daha iyi anlamamız gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle, yeni bir takım ekonomik gelişmeler gündeme gelmiş ve Keynes Devrimi'nden bu yana ilk kez mikro temelli ekonomi politikalarının, birçok iktisatçının dikkatini çekmeye başladığı görülmüştür.

Bundan böyle hem Keynesyenler hem de Monetaristler, stagflasyon olayının çözümü için ekonominin mikro yapısını daha iyi anlamamız gerektiğini ortaya koymuşlardır. İşte günümüz ekonomik olaylarının çözümü için hem makro hem de mikro ekonomi araçlarını kullanma zorunluluğu, böyle bir anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Stagflasyonla mücadelede, geleneksel maliye politikası araçlarının kullanılması, olayın ortaya çıkış kaynak ve türlerinin ve de bunların ekonomideki etkinlik derecelerinin belirlenmesi kaçınılmazdır. Bu belirleme yapıldıktan sonra, mevcut araçlarla istikrarsızlığın kaynağına inilebilecektir. Bu araçlar bilindiği gibi vergi, harcama, borçlanma ve bütçe politikası araçlarıdır.

Ayrıca stagflasyon olayı, işsizlik sorununu da kapsamında bulundurduğu için, stagflasyonla mücadele programları içinde ücret ve fiyat kontrolleri, sektörel ve bölgesel farklılıkların giderilmesi benzeri önlemler alınabilir.

Gelirler Politikası

Bir ekonomideki fiyat ve ücret artışlarına karşı uygulanması düşünülebilecek politikalardan biri, ücret ve fiyatların oluşum sürecine doğrudan doğruya müdahale etmektir.

Gelirler politikası, geniş kapsamlı bir kavramdır ve kamu harcamalarıyla vergileri değiştirmeksizin, toplam talebi azaltmaksızın ekonomideki enflasyonist baskıları önlemek amacıyla alınan birçok önlemi tanımlamak için kullanılmaktadır. Gerçekten gelirler politikası, artan fiyat ve ücretleri azaltmak için firma ve sendikaları ikna etmeye çalışmaktan, kabul edilebilir çeşitli fiyat ve ücret artışları için çeşitli göstergeler geliştirmeye ve sonuçta fiyat ve ücretlerin genel olarak dondurulmasına kadar çeşitli önlemleri kapsamaktadır.

Gelirler politikası içinde, yasal olarak fiyat tavanları belirlemek ve bunlara uymayanları cezalandırmak şeklinde uygulanan fiyat ve ücretlerin dondurulması önlemi, diğerlerine kıyasla en kısıtlayıcı olanıdır ve enflasyonu kesin olarak aşağıya çekebilmektedir. O zaman niçin bu yolla enflasyondan kurtulunamamaktadır? Bunun nedeni, eğer ekonomide kaynakların optimum dağılımı isteniyorsa, ücret ve fiyatların değişmesi gerektiği düşüncesidir.

Bir enflasyonla mücadele politikasının amacı, ortalama fiyat artış oranını, fiyatların kaynak dağılımındaki rolüne müdahale etmeden azaltmaya çalışmak olmalıdır. Kısa bir dönem için fiyat ve ücretlerin dondurulması nedeniyle bozulan kaynak dağılımı çok küçük olabilir ve fazla maliyetli de değildir. Ancak ücret ve fiyatların uzun süre sabit tutulması durumunda, emek ve mal piyasalarında anormallikler (bozukluklar) ortaya çıkacaktır.

Vergi Temelli Gelir Politikası

Vergi temelli gelir politikaları, daha düşük parasal ücret artışlarını öneren ve kabullenen firmalarla, işçileri mükafatlandıran; aşırı ücret artışlarını öneren ve kabullenen firmalarla, işçileri cezalandıran bir vergi sisteminin kullanımıdır.

Bu sistemde ücretleri belli bir sınırda tutan firmalara ve işçileri vergi azaltılması yoluyla mükafatlandırılmakta, aksine aşırı ücret artışları öneren ve alan firmalarla işçiler, yüksek vergiler yoluyla cezalandırılmaktadır. Böylece vergi temelli gelir politikaları, düşük parasal ücret ve fiyat artışlarını daha cazip, aşırı parasal ücret ve fiyat artışların daha az cazip kılarak nispi fiyatları değiştirmeyi planlamaktadır.

İndeksleme

Gelir vergisinin, özel ücret sözleşmelerinin, işsizlik tazminatlarının ve sosyal güvenlik yardımlarının cari enflasyon oranına göre indekslenmesinin, enflasyon oranında beklenmeyen bir azalmanın maliyeti olarak gösterilen işsizlik oranını düşüreceği ileri sürülmektedir. Çünkü enflasyon oranında beklenilmeyen bir azalmanın, ekonomide işsizliği artırmasının bir nedeni, ücret sözleşmelerinin parasal olarak sabit olmasıdır.

Üç yıllık bir ücret sözleşmesi, beklenen bir enflasyon oranını kapsamaktadır. Bu durumda, eğer cari enflasyon oranı beklenen enflasyon oranının altında ise, ücret maliyetleri, mal ve hizmet fiyatlarından daha hızlı artacak ve daha az emek gücü istihdam edecektir. Ancak, parasal ücretler, enflasyon oranına indekslenirse, parasal ücretlerdeki artış oranı, enflasyon oranındaki azalmaya otomatik olarak karşılık verecektir.

Üretim Teşvikleri Politikası

Bazı ekonomistler, özellikle arz yönlü ekonomistler, üretken faaliyetler üzerinden alınan yüksek oranlı vergilerin, toplam arzı ciddi bir biçimde etkilediğine inanmaktadırlar. Onlara göre, uygulanacak bir vergi azaltılması programı, ekonomide çalışmayı, tasarrufu, yatırımı, üretkenliği ve toplam arzı teşvik edecek ve böylece stagflasyon olayının çözümüne yardımcı olabilecektir.

Kamu harcamalarının toplam arz üzerindeki etkisi ise, teşvikler üzerinde ters yönlü bir etkiye sahip olduğu için daha farklı olacaktır. Çünkü, artan kamu harcamaları, borçlanma ile finanse edildiği takdirde, ödünç verilebilir fonlar piyasasından fon çekildiği için, faiz oranları yükselmekte ve özel yatırım harcamaları azalabilmektedir. Bu durumda, zamanla, ekonominin sermaye birikim oranının azalacağı ve bu nedenle ekonomik büyümenin gecikebileceği açıktır.

Borçlanmaya seçenek olarak, kamu harcamalarının, üreticilerin gelirleri üzerinden alınan vergilerle finanse edildiği durumda ise, teşvikler ortadan kalkacak, vergilenebilir üretken faaliyetlerin fırsat maliyeti artarsa, karar vericiler daha çok birinciyi tercih edeceklerdir. Burada önemli olan soru, bu ikâme etkisinin ne kadar önemli olduğudur.


 

Stand-by Kredisi

Stand-by kredisi, bir firmanın likidite sıkıntısıyla karşılaşması halinde, bankadan gerekli fonları derhal almasını sağlayan, önceden yapılmış bir anlaşmadır. Uluslararası Para Fonu'nun üye ülkelerle imzaladığı stand-by anlaşmaları, dış ödeme açıklarını karşılamayı hedef tutan aynı mahiyette destek kredileridir.


 

Stand-by Teorileri

Stand-by teorilerine göre, normal zamanlarda merkez bankalarının piyasa istikrarını ve iktisadi dengeyi ön planda tutmaları gerekir. Ancak merkez bankaları, önemli bir noktada, öbür kredi müesseselerinden ayrılırlar. Onlar kazanç amacıyla çalışmazlar, kamuya hizmetle görevlidir ve sorumlulukları vardır. Likidite krizlerinde ve finansman darboğazlarında, merkez bankaları aktif ve etkili müdahalelerle bankalara ve piyasaya yardımcı olmalıdır.


 

Stopaj

Bir tür vergi alma yöntemi. Bu yöntemde vergi, borcu olan mükellefin kendisi tarafından değil, aracı konumdaki üçüncü bir kişi tarafından ödenir. Vergi dairesinin işini büyük ölçüde azaltan bu yöntem vergi kaçakçılığına imkan vermemesi açısından önemlidir.


 

Stockbroker

Müşteri hesabına menkul değer alıp satan aracıya, "stockbroker" denir. "Stockbroker", sermaye piyasası sisteminin mali aracılarındandır. Komisyon karşılığında çalışır. Yeni çıkarılan menkul değerlerin pazarlanmasını üstelenebilir. Borsa faaliyetiyle ilgili cari hesap açarak müşterisinin mevduatını kabul edebilir veya ona ikrazda bulunabilir.


 

Sürekli Enflasyon

Sürekli enflasyon, geçmişteki fiyat artışlarını devam ettirme isteğinden kaynaklanan enflasyondur. Yakın geçmişte, yakın sahalarda, sektörlerde veya mallarda yapılan fiyat artışlarını emsal alan müteşebbis veya yönetici, kendi mallarının fiyatlarını artırabilmektedir. Son bir iki ay zarfında kendi ürettiği mala yakın mallara zam yapıldığını gören müteşebbis veya yönetici, yakın oranlarda zam yapmaktadır.

Zam yapılabilmesi için piyasaların oligopolcu olması gerekmektedir. Oligopol piyasalarında tek üreticinin fiyat arttırmasından çok, aynı malı üreten 3 veya 4 oligopolcunun birden ve aynı oranda fiyatlarını artırmaları beklenmelidir.

Sürekli enflasyon, beklentilere bağlı enflasyondan (sonuç bakımından aynı olmakla beraber) kullanılan kıstasın zamanlaması bakımından farklıdır. Beklentilere bağlı enflasyon, geriye bakarak ve yapılan zamları emsal alarak değil, ileride meydana gelmesi muhtemel fiyat artışlarını esas alarak yapılan fiyat artışlarıdır. Sürekli (intertial) enflasyon, Neo-Keynesçiler tarafından, beklentilere bağlı (expectational) enflasyon ise Monetaristler tarafından öne sürülmüştür.


 

Taban Fiyatı

Tarım ürünlerinde devletin, üreticinin ürününü, üzerinden satın almayı yükümlendiği fiyat. Tarım üreticilerinin bir kısmını korumak amacıyla uygulanan Tarımsal Destekleme Politikası. Tütün, buğday, ayçiçeği, şekerpancarı, pamuk, fındık, kuru üzüm, çay, buğday, zeytinyağı gibi belirli tarım ürünleri için devlet en düşük satış fiyatlarını belirler ve bu fiyatlardan destekleme alımları yapar. Burada amaç, üreticinin serbest rekabet koşullarında özel alıcılar karşısında korunmasıdır.

Taban fiyatı, söz konusu ürün için en düşük fiyat olup üreticiler bu fiyatın üstünde fiyat veren özel alıcılara ürünlerini satmakta serbesttirler. Destekleme politikasının amacı, uzun dönemde yalnızca desteklenen ürünlerin fiyatlarını diğer ürünlere göre arttırmak değildir. Amaç, fiyatların maliyetleri karşılamasını sağlamak ve yıldan yıla fiyatlarda ortaya çıkabilecek istikrarsızlığı önlemektir.

Piyasa fiyatı bu tabanın altına düşmez, devletin satınalma tekeline sahip olmadığı durumlarda, piyasa fiyatı, bu tabanın üzerinde oluşabilir. Türkiye'de taban fiyat uygulamasına 1932'de buğday alımıyla başlandı ve giderek kapsamı genişletildi. Taban fiyatı uygulaması, ürünle ilgili kamu kuruluşlarınca yürütülür. Ancak taban fiyatının belirlenmesi kimi ürünlerde Bakanlar Kurulu veya ilgili Bakanlık tarafından sağlanır.

Satınalımda finansman, Ziraat Bankası tarafından üstenilir. Taban fiyat uygulaması, alımlarla ilgili kuruluşun, satınalma fiyatının altında satış yapması ya da ürünün pazarlanamaması gibi nedenlerle, sözkonusu bankalara borcunu ödeyememesi sonucu emisyonun genişlemesine neden olabilir. Taban fiyatları ayrıca, tarımda verimliliği azalttığı ve bütçenin siyasal amaçlar doğrulutusunda kullanılabilmesini sağladığı için olumsuz yönde eleştirilmektedir.


 

Takasbank

İMKB'de işlem gören senetlerin muhafazası ile görevli olan İMKB Takas ve Saklama Bankası A.Ş., böylece işlemlerin düzgün olarak işlenmesi ve düzenli olarak tutulmasına faydalı olmaktadır.

Kote olan senetlerin büyük bir kısmı burada muhafaza edildiği için ayrıca fiziki bir dolaşıma, hatta şirketlerin senet basmalarına gerek yoktur. Şöyle ki, İMKB'deki işlemler elektronik ortamda yapıldığından burada fiziki bir dolaşım olmamaktadır, bu durum da gereksiz sayıda senet basılması külfetinden şirketleri kurtarmaktadır.


 

Tedavül

"Elden ele dolaşma" anlamındaki bu kelime, günümüz Türkçesi'nde "dolaşım" terimiyle karşılanmaktadır. İktisat biliminde, özellikle paranın tedavülünden (dolaşımından) söz edilir.

Merkez bankalarınca bastırılıp mal ve hizmetlerin alım satım işlemlerine aracı olmak ya da değer biriktirmede kullanılmak üzere hazırlanan paraların hepsi "bilfiil" tedavüle çıkmış değildir. Çok az bir kısmı merkez bankasıın kasasında beklemektedir. Fiilen tedavüle çıkan para alım satım işlemleri yür.dükçe elden ele dolaşır ve kendisinden beklenen işlevleri yerine getirir.


 

Temerrüt

Temerrüt, hukuk dilinde "gecikme","direnme" gibi sözcüklerle de ifade edilmektedir. Temerrütte borcun zamanında ifa edilmemesi, ifada gecikilmesi söz konusudur. Borcun zamanında ifa edilmemesine neden olan kişi alacaklı ise alacaklının temerrüdü; ifanın borçlu tarafından ödenmesi, zamanında yerine getirilmeyip böylece borcun ihlaline yol açılması halinde borçlunun temerrüdü oluşur.

Alacaklının Temerrüdü

Bununla ilgili koşullar Borçlar Kanunu'nun (BK) 90. maddesinde düzenlenmiştir. Bu konuda aranan koşullar şunlardır: Her şeyden önce borçlu tarafından borcun ifası, borç ilişkisinde öngörülen zamanda ve yerde gerçek ve eylemli (fiili) olarak, yani usulü dairesinde alacaklıya önerilmiş olmalıdır.

İfanın gerçekleşmesi için alacaklının yapması gereken işler varsa ve alacaklının bu işleri savsaklaması nedeniyle borçlu edimini yerine getiremiyorsa, yine alacaklının temerrüdü söz konusu olur. Örneğin, edime ilişkin bazı özelliklerin alıcı tarafında belirlenmesi gerekiyorsa ya da bir yapı yapılmasına ilişkin istisna sözleşmesinde inşaat ruhsatı alma yükümü alacaklıya aitse ve alacaklı bu işleri yerine getirmezse, yine sonuç olarak alacaklı temerrüde düşmüş olur.

Bu koşulların dışında borcun ifasının "imkân dahilinde" bulunması da zorunludur. Başka bir deyişle, ifanın imkânsızlığı alacaklının temerrüdünü engeller. Ayrıca alacaklı kendisine sunulan edimi haklı bir neden olmaksızın reddetmiş bulunmalıdır. Alacaklının temerrüdünün doğurduğu sonuçlar şöylebelirlenebilir:

Tevdi: Borçlu, alacaklının temerrüdü halinde, alacaklıya vereceği şeyi uygun bir yere tevdi ederek, sorumluluktan kurtulabilir. (BK m. 91) Alacaklının borçlanılan şeyi nereye tevdi edeceğini ifa yerindeki yargıç tayin eder. Yani borçlu, yargıca başvurarak tevdi yerinin tayinini ister. Eğer verilecek şey ticari eşya niteliğindeyse, yargıç kararı olmaksızın da bunu bir ardiyeye tevdi edebilir. Tevdi gerçekleştiğinde borçlu, şeyin hasara uğramasından ve tevdi giderlerinden sorumlu olmaz. Borçlu tevdi ettiği şeyi geri alacak olursa, o zaman alacak bütün bağımlı haklarla birlikte, kesintiye uğramaksızın varolmaya devam eder.

Satmak hakkı: Borcun konusunu oluşturan mal, özellikleri, niteliği gereği çok masraflı ise, borçlu önce alacaklıyı bu konuda uyararak ve uyarıdan (ihtardan) sonra satış için yargıçtan izin alarak söz konusu malı alenen sattırabilir. Malın değeri belirliyse ve satış giderini kaldırmayacak ölçüde azsa, o takdirde açık artırma, hatta ihtar bile yapılmaksızın satış mümkündür. Borçlu satım bedelini tevdi ederek borcundan kurtulabilir.

Sözleşmeden dönme: Edimin konusu bir yapma borcu ise, bu takdirde tevdi olanağı bulunmadığından, borçlu sözleşmeden dönebilir (akdi feshedebilir). (BK m. 94) Sözleşmeden dönme halinde, BK'nın 106-108. maddeleri arasında düzenlenen borçlunun temerrüdü ile ilgili hükümler burada da örnekseme yoluyla uygulanır.

Bu temel sonuçların dışında, alacaklının temerrüdü halinde aşağıdaki hükümler de meydana gelir: Alacaklı temerrüde düştüğü andan itibaren, mal borçlunun kusuru olmadan hasara uğrar ya da telef olursa, bundan doğan zarara alacaklı katlanır. Temerrüt tarihinden itibaren, edim için borçlunun yapacağı giderler, özellikle şeyin korunma giderleri alacaklıya ait olur. Eğer alacaklıya ifa öneren borçlu, daha önce borçlu temerrüdüne düşmüş bulunmaktaysa, bu öneriyle birlikte temerrütten kurtulur ve temerrüt tarihinden itibaren temerrüt faizi işlemez.

İfa, alacaklının reddi gerçekleşmeden de imkânsız hale gelebilir. (BK m. 95) Buna göre:

İfa alacaklının şahsına bağlı bir sebeble ona önerilmezse,

Borçlu, alacaklının şahsını bilemiyorsa, borçlu alacaklının temerrüdünde tanınan tevdi ve sözleşmeden dönme olanaklarından yararlanabilir.

Bu hallere örnek olarak, alacaklının gaip olması, temyiz kudretini yitirmiş bulunması ve kendisine bir kanuni temsilci atanmamış bulunması, alacaklının ölmesi üzerine gerçek mirasçının çekişmelere meydan vermesi, birden fazla kişinin gerçek alacaklı olduklarını iddia etmeleri gibi olaylar verilebilir.

Borçlunun Temerrüdü

Borçlu, borcun konusunu oluşturan edimi borç ilişkisinde öngörülen zamanda yerine getirmediği takdirde temerrüde (gecikmeye) düşer. Bu duruma borçlunun temerrüdü (gecikmesi, direnmesi) denir; geciken borçluya da "mütemerrit borçlu" adı verilir.

Temerrüt faizinin ödenmesinin kusura bağlı olmadığını yinelemekle yetinelim. Temerrüdün alacaklı yönünden doğurduğu hükümleri, daha doğrusu alacaklıya sağladığı yetkileri de açıklamak gerekir.

Borçlar Kanunu, tam iki taraflı sözleşmelerde alacaklıya daha geniş haklar vermiş ve borçlunun durumunu daha da ağırlaştırmıştır. Genel olarak alacaklı aynen ifa ve gecikmeden doğan zararın tazmini ve para borçlarında ayrıca temerrüt faizi isteyebilirken, tam iki taraflı sözleşmelerde ek bazı haklara sahip kılınmaktadır. (BK m. 106-108)

Alım, satım, hizmet, kira, istisna gibi tam iki taraflı bir sözleşmede, temerrüt olayının gerçekleşmesinden sonra, alacaklının, ek olanaklardan yararlanabilmesi için borçluya borcunu ifa için bir süre (mehil) vermesi gerekir. Mehil uygun olmalıdır. Uygunluk her somut olayın özelliklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

Mehil, temerrüt için aranan ihtarla birlikte yapılabilir. BK'nın 107. maddesi hükmüne göre, borcun kesin olarak belirli bir zamanda ödeneceği kararlaştırıldığı takdirde ya da ifanın artık anlam ve faydasını yitirdiği durumlarda mehil tayinine gerek kalmaz. Mehile karşın ifanın borçlu tarafından yerine getirilmediği durumlarda alacaklının sahip bulunduğu yetkiler şunlardır:

Alacaklı, aynen ifa ve gecikme tazminatını, tüm temerrüt hallerinde olduğu gibi isteyebilir.

Alacaklı, ifadan vazgeçtiğini mehil bittiğinde derhal borçluya bildirerek, ifa etmemeden doğan zararın giderilmesini isteyebilir. Buna alacaklının "ifa çıkarı (menfaati)" denir ve bu olasılıkta borç ilişkisi varlığını sürdürür. Bu bildirim, mehil tayini ile ilgili ihbar ile birlikte de yapılabilir.

Alacaklı, mehil sonunda sözleşmeden dönebilir ve sözleşmeye duyduğu güven nedeniyle uğradığı zararı (menfi zararı) talep edebilir. (BK m. 108/II) Dönme yerine yasa ve uygulama "fesih" terimine ağırlık vermektedir. Dönme (fesih) beyanı ile birlikte borç ilikisi ortadan kalktığından, taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme kurallarına göre iade ile yükümlüdür. (BK m.108/I)

BK'nın 106-108. maddelerinde yer alan hükümler, bu konuda özel hükümler öngörülmemişse uygulama alanı bulacaktır. Örneğin satım sözleşmesinde, malı teslim etmiş olan satıcının, semeni (satış bedelini) tediyede temerrüde düşen alıcıya karşı bu hakkını ayrıca saklı tutmamışsa, sözleşmeden dönemeyeceği örgörülmüştür. (BK mü 211/III)

Kısmi temerrüt durumunda ise, BK'nın 106-108, maddeleri hükümleri sadece gecikmeli bölüm için uygulama alanı bulabilecekir. Bu husus, Türk Ticaret Kanunu'nun 25/I. maddesinden anlaşılmaktadır.


 

Tröst

Firmaların tek yönetim altında gruplaşmasıyla tröstler meydana gelir. Tröstler 19. yüzyılda ABD'de ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Tröstlerin piyasada egemenlik kurması ve piyasayı etkilemesi o derece ileri bir düzeye varmıştır ki, sonuçta antitröst yasalar ortaya çıkmıştır.

Tröstler, ticari veya sınai işletmelerin piyasada daha güçlü olabilmeleri, daha çok kâr sağlamak amacıyla gerek mali ve gerekse yönetim bakımından daha büyük kuruluşlar haline gelmeleridir.

Tröstler rakip kuruluşları piyasadan uzaklaştırmak için çeşitli yöntemler kullanabilirler. Faaliyette bulunan rakip işletmeyi zayıf duruma sokmak ve sonuçta ortadan kaldırmak veya rakip işletmeyi kendine bağımlı bir duruma getirmek gibi. Tröstlerin en çok faaliyet gösterdikleri alanlar şunlardır: Petrol, madenler, otomobil, uçak, gıda, ulaştırma, büyük mağazalar vb.

Hukuksal yapı bakımından tröstler genellikle üç grupta toplanabilir:

Voting tröst: Bu çeşit tröstler hisse senedi sahiplerine ait hakların başkalarına devredilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bir veya birkaç müteşebbis, hisse sahiplerinin ellerindeki senetleri almakta ve rey hakkını kendi hesaplarına kullanmaktadır. Böylece hisse sahiplerinden aldığı vekâletle girişimciler, kendi sermayelerini riziko altına sokmadan piyasada faaliyette bulunabilmektedir.

Füzyon veya kaynaşma: Voting tröstlerin yasa dışı ilan edilmesinden sonra, füzyonlar ortaya çıkmıştır. Bu çeşit tröstte, tröste dahil işletmelerin dağıldığı ve bunların yerine tek bir şirketin ortaya çıktığı görülmektedir. Dağılan şirketlerin hisse sahiplerine yeni şirketin hisseleri verilmektedir.

Holding: Bu sistemde şirketler hukuksal kişiliklerine ve bağımsızlıklarına sahiptir. Ancak bunların üzerindeki holdingin, şirketlerin hisse senetlerine sahip olması nedeniyle, bunları kontrol etmek ve yönetmek olanağı vardır.

Çağımızda tasarruf sahiplerinin paralarını işletmek üzere menkul hizmetler konusunda ihtisaslaşmış şirketlere yatırım tröstleri denmektedir. Yatırım tröstleri iki şekilde olabilir:

Investment trust company olarak adlandırılan şirketler piyasada kendi hisse senetlerini satar ve elde ettikleri gelirle başka şirketlere ait hisse senetleri ve tahviller satın alırlar. Böylece tröstün hisse senetlerine sahip olanlar diğer şirketlere de ortak olurlar.

Unit trust denen firmalar ise, piyasadan satın aldıkları hisse senetlerini ve tahvilleri verimliliklerine göre düzenleyerek, unit denen küçük hisseler şekline getirirler. Bu hisseler tasarruf sahipleri tarafından satın alındığında, tasarruf sahipleri ancak bunların gelirlerinden yararlanabilir, fakat hissedar durumuna geçemezler.

Yatırım tröstleri görüldüğü gibi küçük tasarruf sahiplerini spekülasyndan korumakta ve bu nedenle de ilgi görmektedir.

 

Üretim

İnsanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için sınırsız olan gereksinimlerini karşılamaya yönelik kıt (ekonomik) kaynakların miktarını veya faydasını arttırmak amacıyla harcanan çabaların tümüdür. Buna göre, insanların üretim etkinliği, yeryüzünde varolan birçok malları sentez ve çözümleme işlemiyle gereksinmeleri karşılamaya uygun kılan uğraşlar olmaktadır. Kısaca varolan maddelerden yeni faydalar meydana getirme işidir.


 

Üretim Faktörleri

Firmaların mal ve hizmet üretimi gerçekleştirmek için kullanmak zorunda oldukları her unsur üretken kaynaklar veya üretim faktörleri olarak adlandırılılır. Bu faktörler, üretimi gerçekleştirmek için kullanılan Doğal Kaynaklar (Hammadde ve Toprak), Emek (İşgücü), Sermaye (Milli Servet) ve Girişim (Teşebbüs) üretim faktörleridir.

Doğal kaynaklar üretim faktorü, hammadde ve topraktan oluşur. Toprak tarım ve taş ve toprağa dayalı sanayi benzeri alanlarda hammadde olma ve mal ve hizmet üretimi için kurulacak bir tesisin inşaası için gerekli olan arazi anlamında gayrimenkul olma özelliği ile ortaya çıkar. Emek insanın kafa ve vücut çabasıdır. Emek üretim faktörü bir ulusal ekonomide istihdam edilen işgücünü temsil eder. En vasıfsız iş gücünden en tepe yöneticiye kadar üretimde görev alan her birey emek faktörü içerisinde yer alır. Bir bireyin emek üretim faktörü içerisinde yer alması, alın teri karşılığında ücret alması ile mümkün olabilir.

Sermaye üretim faktörü, bir ulusul ekonomide mal ve hizmetlerin üretilmesi, üretildikten sonra tüketim merkezlerine taşınması ve tüketilmesi için kullanılan tüm alt ve üst yapı unsurlardır. Binalar, demirbaş, yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar, makinalar, taşıt araçları, içme suyu veya doğal gaz sistemleri, yani yer üstünde ve altında bulunan tüm fiziki unsurlar sermaye üretim faktörü kapsamına girer ve tüm bu değerlerin toplamı Milli Servet'i temsil eder.

Girişim üretim faktörü ise, diğer üç üretim faktörünü piyasalarından temin eden ve mal ve hizmet üretimini organize eden faktördür. Mal ve hizmet üretiminin gerçekleşmesi için yatırım yapan ve birikimlerini kaybetme riskini göze alarak mal ve hizmet üretiminde görev alan üretim faktörüdür. Bir nevi orkestra şefidir.

Üretim faktörleri GSMH'nın yaratılmasına sağladıkları katkı nedeniyle Milli Gelir'den bir pay almaya hak kazanırlar. Milli Gelir'den doğal kaynaklar üretim faktörünün aldığı paya rant, emek üretim faktörünün aldığı paya ücret, sermaye üretim faktörünün aldığı paya faiz ve girişim üretim faktörünün aldığı paya ise ise kar geliri diyoruz. Milli Gelir ülkenin ulusal sınırları içerisinde mal ve hizmet üretiminde görev alanlara ödediğimiz faktör gelirlerini tanımlamaktadır.

Eğer, Türk vatandaşı olup, dünyanın başka ülkelerinde mal ve hizmet üretiminde görev alan insanlarımız var ise, örneğin yurt dışındaki işçilerimiz, onların yabancı ülkelerde kazandıkları üretim faktör gelirlerini Türkiye'ye göndermeleri halinde, yurtdışından gelen rant, ücret, faiz veya kar cinsinden faktör gelirlerine ise Dış Alem(den gelen) Faktör Gelirleri denilmektedir.


 

Vadeli Borsa işlemleri

Borsalar, soyut pazarlardır. Satıcılar bedelini tahsil etmeden ve hatta ellerinde bulunmadığı halde, bir mal veya senedi arz edebilirler. Alıcılar da malı görmeden, bedelini ödemeden alım yapabilirler. Alım ve satım, borsa komisyoncuları aracılığıyla gerçekleştirilir.

Vadeli satış yapanlar, fiyatın düşmesini bekleyenlerdir. Sahibi durumunda olmadıkları senetleri veya malı bugün pahalıya satıp, ileride ucuza alarak teslim edeceklerini hesaplayanlardır. Vadeli alım yapanlar ise, fiyatın yükseleceğini tahmin edenlerdir. Bunların çoğunluğu, vadesi gelmeden yahut gelince aldıklarından pahalıya, kârla devredebileceklerini düşünenlerdir.

Örneğin bir kimse, X şirketi hisse senetlerinin üç aya kadar yükseleceğini tahmin etmektedir. "Stockbroker" firmalardan birine 1 milyar liralık üç ay vadeli alım yapmasını emreder. Komisyoncu firmasıyla yapacağı anlaşmaya göre, sipariş bedelinin belirli bir yüzdesini, normal zamanlarda %10'unu mevduat olarak yatırır. Stockbroker da emri yerine getirir. Ancak alıcının vade tarihinde ödeyeceği 1 milyarı olmayabilir. Satmış olan kimsenin elinde de 1 milyarlık hisse senedi bulunmayabilir.

Senet kurunun satış anında 100,000 lira olduğunu varsayalım. Satıcının kâr etmesi, hisse senedi kurunun 100,000 liranın altına düşmesine bağlıdır. Tahmini gerçekleşirse, vade tarihinde spot market'den ucuza alıp teslim etmeyi tasarlayabilir veya vade gelmeden fiyatın düştüğü anda alması için kendi komisyoncusuna emir verebilir.

Alıcının kâr etmesi, hisse senedi kurunun 100,000 liranın üstüne çıkmasına bağlıdır. Vade tarihini bekleyerek spot market'te kârla devretmeyi düşünebilir veya vade henüz gelmeden kur belirli bir düzeye erişince hemen satması için stockbroker'a talimat verebilir.

Borsada kote edilmiş olan bütün senetler, vadeli piyasada alınıp satılamaz. Vadeli borsa işlemlerinin özel kuralları vardır. Borsa yönetimi, vadeli işlem konusu olabilecek senetler için ayrı bir liste tertipler. Alınıp satılabilecek miktarlara da bir taban yahut alt sınır koyar.

Satıcı ve alıcı, spekülasyon zararlarını sınırlı tutmak için bazı önlemler alabilirler. Ağır zarara uğramak ihtimalini önleyici formüllerden biri, primli piyasa işlemidir. Primli piyasada işlem yapanlar, uğrayabilecekleri zararı sınırlı tutmak için, götürü bir miktar ödeyerek gerektiğinde iptal etmek üzere anlaşmaya bir kayıt koydururlar.

Satıcı ve alıcı, stockbroker'a sipariş verirken stop loss order ve stop order gibi limited order çerçevesinde formüllerle işlemin olumsuz ihtimallerin zararını önceden kararlaştıracakları bir azami miktarla sınırlayabilirler.

Borsa alım-satımlarında zarar etmiş veya bekledikleri kârı elde edememiş kişiler, ileride durumun uygun bir gelişme göstereceğini umarak zaman kazanmayı tercih edebilirler. Bu takdirde, vade uzatılır. Tamamlanmış olan bir vadenin uzatılmasına, report denir.

Bear market'de, yani kurların düşmesini öngören spekülasyonlarda, bazen satılmış değerleri temin ederek teslim olanağı bulunmayabilir. Değeri düşen senetleri, sahiplerinin satmak istemedikleri görülebilir. Böyle durumlarda, tahmini doğru çıksa bile, spekülatör, taahhüdünü yerine getirememek tehlikesiyle karşılaşır. Aranılan tahvil veya hisse senedi borsada satışa arzedilmiyorsa, satıcı bunları ödünç alarak ve haliyle oldukça ağır bir bedel ödeyerek teslim edebilir. Bu işlem deport terimiyle ifade edilir.


 

Vadeli Kur

Borsalar, soyut pazarlardır. Satıcılar bedelini tahsil etmeden ve hatta ellerinde bulunmadığı halde, bir mal veya senedi arz edebilirler. Alıcılar da malı görmeden, bedelini ödemeden alım yapabilirler. Alım ve satım, borsa komisyoncuları aracılığıyla gerçekleştirilir.

Vadeli satış yapanlar, fiyatın düşmesini bekleyenlerdir. Sahibi durumunda olmadıkları senetleri veya malı bugün pahalıya satıp, ileride ucuza alarak teslim edeceklerini hesaplayanlardır. Vadeli alım yapanlar ise, fiyatın yükseleceğini tahmin edenlerdir. Bunların çoğunluğu, vadesi gelmeden yahut gelince aldıklarından pahalıya, kârla devredebileceklerini düşünenlerdir.

Örneğin bir kimse, X şirketi hisse senetlerinin üç aya kadar yükseleceğini tahmin etmektedir. "Stockbroker" firmalardan birine 1 milyar liralık üç ay vadeli alım yapmasını emreder. Komisyoncu firmasıyla yapacağı anlaşmaya göre, sipariş bedelinin belirli bir yüzdesini, normal zamanlarda %10'unu mevduat olarak yatırır. Stockbroker da emri yerine getirir. Ancak alıcının vade tarihinde ödeyeceği 1 milyarı olmayabilir. Satmış olan kimsenin elinde de 1 milyarlık hisse senedi bulunmayabilir.

Senet kurunun satış anında 100,000 lira olduğunu varsayalım. Satıcının kâr etmesi, hisse senedi kurunun 100,000 liranın altına düşmesine bağlıdır. Tahmini gerçekleşirse, vade tarihinde spot market'den ucuza alıp teslim etmeyi tasarlayabilir veya vade gelmeden fiyatın düştüğü anda alması için kendi komisyoncusuna emir verebilir.

Alıcının kâr etmesi, hisse senedi kurunun 100,000 liranın üstüne çıkmasına bağlıdır. Vade tarihini bekleyerek spot market'te kârla devretmeyi düşünebilir veya vade henüz gelmeden kur belirli bir düzeye erişince hemen satması için stockbroker'a talimat verebilir.

Borsada kote edilmiş olan bütün senetler, vadeli piyasada alınıp satılamaz. Vadeli borsa işlemlerinin özel kuralları vardır. Borsa yönetimi, vadeli işlem konusu olabilecek senetler için ayrı bir liste tertipler. Alınıp satılabilecek miktarlara da bir taban yahut alt sınır koyar.

Satıcı ve alıcı, spekülasyon zararlarını sınırlı tutmak için bazı önlemler alabilirler. Ağır zarara uğramak ihtimalini önleyici formüllerden biri, primli piyasa işlemidir. Primli piyasada işlem yapanlar, uğrayabilecekleri zararı sınırlı tutmak için, götürü bir miktar ödeyerek gerektiğinde iptal etmek üzere anlaşmaya bir kayıt koydururlar.

Satıcı ve alıcı, stockbroker'a sipariş verirken stop loss order ve stop order gibi limited order çerçevesinde formüllerle işlemin olumsuz ihtimallerin zararını önceden kararlaştıracakları bir azami miktarla sınırlayabilirler.

Borsa alım-satımlarında zarar etmiş veya bekledikleri kârı elde edememiş kişiler, ileride durumun uygun bir gelişme göstereceğini umarak zaman kazanmayı tercih edebilirler. Bu takdirde, vade uzatılır. Tamamlanmış olan bir vadenin uzatılmasına, report denir.

Bear market'de, yani kurların düşmesini öngören spekülasyonlarda, bazen satılmış değerleri temin ederek teslim olanağı bulunmayabilir. Değeri düşen senetleri, sahiplerinin satmak istemedikleri görülebilir. Böyle durumlarda, tahmini doğru çıksa bile, spekülatör, taahhüdünü yerine getirememek tehlikesiyle karşılaşır. Aranılan tahvil veya hisse senedi borsada satışa arzedilmiyorsa, satıcı bunları ödünç alarak ve haliyle oldukça ağır bir bedel ödeyerek teslim edebilir. Bu işlem deport terimiyle ifade edilir.


 

Yabancı Sermaye

Yatırılabilir kaynakların kişi ve kuruluşlar tarafından başka bir ülkeye taşınmasına verilen addır. Yabancı sermaye yatırımı, doğrudan, yani bizzat kuruluş ve kişi tarafından bir başka ülkede yapılabileceği gibi, taşındığı ülkedeki kurulu bulunan bir şirketin yatırımına iştirak şeklinde de olabilir.

Türkiye'de yabancı sermaye politikası 1954 yılında çıkarılmış bulunan 6224 sayılı yasayla düzenlenmiştir. Ayrıca istikrar tedbirlerinin alındığı 24 Ocak 1980'den sonra çıkarılan Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesi, bu alandaki uygulamaları birleştiren tamamlayıcı bir düzenleme niteliğindedir. Bu kararnameyle yabancı sermaye izinleri büyük ölçüde kolaylaştırılmış, yabancı sermayenin çalışma alanları genişletilmiş ve yatırımları da ha çekici hale getirmeye yönelik önlemler getirilmiştir.

Kararnamenin bir başka yeniliği de daha önce Devlet Planlama Teşkilatı ile çeşitli bakanlıklar tarafından yürütülen işlemlerin, Başbakanlık bünyesine Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'na bağlı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü'nün yetki alanı içine alınmış olmasıdır.

Yürürlükteki mevzuatta yabancı sermaye için öngörülen koşullar ülkenin ekonomik gelişmesine yararlı olma, özel girişime açık bir alanda çalışma, tekel ya da özel bir imtiyaza sahip olmamadır. Döviz, araç, gereç ve makinenin yanı sıra lisans, patent, marka gibi maddi olmayan haklar da yabancı sermaye olarak getirilebilir.

Sermaye sahiplerine düşen net kazançlar ile tasfiye ya da kısmi satıştan elde edilen getiriler, ana yabancı sermayenin geldiği ülkenin parasıyla ve resmi kambiyo kuru üzerinden dışarıya aktarılabilir. Bu aktarma işlemlerinde Maliye Bakanlığı'nın izni gereklidir.


 

Yatırım Ortaklıkları

Yatırılabilir kaynakların kişi ve kuruluşlar tarafından başka bir ülkeye taşınmasına verilen addır. Yabancı sermaye yatırımı, doğrudan, yani bizzat kuruluş ve kişi tarafından bir başka ülkede yapılabileceği gibi, taşındığı ülkedeki kurulu bulunan bir şirketin yatırımına iştirak şeklinde de olabilir.

Türkiye'de yabancı sermaye politikası 1954 yılında çıkarılmış bulunan 6224 sayılı yasayla düzenlenmiştir. Ayrıca istikrar tedbirlerinin alındığı 24 Ocak 1980'den sonra çıkarılan Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesi, bu alandaki uygulamaları birleştiren tamamlayıcı bir düzenleme niteliğindedir. Bu kararnameyle yabancı sermaye izinleri büyük ölçüde kolaylaştırılmış, yabancı sermayenin çalışma alanları genişletilmiş ve yatırımları da ha çekici hale getirmeye yönelik önlemler getirilmiştir.

Kararnamenin bir başka yeniliği de daha önce Devlet Planlama Teşkilatı ile çeşitli bakanlıklar tarafından yürütülen işlemlerin, Başbakanlık bünyesine Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'na bağlı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü'nün yetki alanı içine alınmış olmasıdır.

Yürürlükteki mevzuatta yabancı sermaye için öngörülen koşullar ülkenin ekonomik gelişmesine yararlı olma, özel girişime açık bir alanda çalışma, tekel ya da özel bir imtiyaza sahip olmamadır. Döviz, araç, gereç ve makinenin yanı sıra lisans, patent, marka gibi maddi olmayan haklar da yabancı sermaye olarak getirilebilir.

Sermaye sahiplerine düşen net kazançlar ile tasfiye ya da kısmi satıştan elde edilen getiriler, ana yabancı sermayenin geldiği ülkenin parasıyla ve resmi kambiyo kuru üzerinden dışarıya aktarılabilir. Bu aktarma işlemlerinde Maliye Bakanlığı'nın izni gereklidir.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol