1923-1980 Türkiye Ekonomisi
1920'lerden günümüze kadar Türkiye
ekonomisi tarihini incelerken üç iktisat
kongresinin de ekonomi politikalarında
önemli değişimlerin yaşandığı dönemlerin
başlarına rastladığı gözlenmektedir. Bu
açıdan iktisat kongrelerinin ekonomik
hayata yön verme işlevleri olmuştur.
Birinci İktisat Kongresi'nin
düzenlendiği 17 Şubat 1923 tarihinde,
Kurtuluş Savaşı'ndan galip olarak çıkan
Türkiye, iktisadi açıdan Osmanlı
İmparatorluğu'ndan devraldığı "Duyunu
Umumiye" ile karşı karşıya kalan, halkın
büyük çoğunluğu fakir ve eğitimsiz,
sanayi kuruluşları yok denecek kadar az
ve sermaye birikiminden yoksun, geri
kalmış bir ülke konumundaydı. Bu
kongrenin ortaya konulan fikirler
açısından o dönemin Türkiye ekonomisini
yeniden inşa etmede büyük katkıları
olmuştur.
1981 yılında düzenlenen İkinci İzmir
İktisat Kongresi ise, iktisadi ve siyasi
bunalımların gözlendiği, iktisadi olarak
içe dönük sanayileşmenin yarattığı
bunalımların biriktiği ve hemen ardından
bu alanlarda büyük değişimlerin
gözlendiği bir dönemde düzenlenmiştir.
21. yüzyıla girmekte olan dünyada
gözlenen siyasi ve teknolojik değişim
rüzgarları içerisinde, 1992 yılında
düzenlenen Üçüncü İzmir İktisat
Kongresi, bu değişim ortasında olan ve
coğrafi açıdan etrafında siyasi
çalkalanmaların gözlendiği Türkiye için,
iktisadi açıdan gelecek yüzyıla
hazırlanmada, hedefleri belirlemede,
kamu ve özel kesimin fikirlerini ortaya
koymada önemli bir yere önemli sahiptir.
Birinci Dünya Savaşı'ndan 5 yıl sonra,
dünyanın kendine bir düzen vermeye
çalıştığı uluslararası konjonktürde
toplanan Birinci İktisat Kongresi, daha
çok içerdeki dengeleri tesis etmeye ve
iktisadi yapıyı oluşturmaya yönelikti.
Kongrede sanayici, tüccar, çiftçi, işçi
"murahhaslarının" oldukça çekişmeli ve
kulisli bir çalışma ortamından sonra,
ana sektörler itibariyle belirlenen
"Misak-ı İktisadi Esasları" başlığı
altında bütünleşmeleri, bir ittifak
arayışının kanıtı olarak sayılabilir.
Bu çerçevede, Kongre kapsamı içinde,
siyasi bağımsızlığın iktisadi
bağımsızlıkla birleştirilmesi ve Türk
girişimcisinin güçlendirilmesi en temel
hedeflerdi.
Kongre'de milliyetçi ve liberal
politikaların temelleri benimsenmişti.
Gerçekten, 1923-29 dönemi, tüm dünyada
görüldüğü gibi liberal politikaların
uygulandığı bir dönem olmuştur. Bunun
nedeni, uygulanan politikaların, özel
girişim öncülüğünde ve dışa açık bir
ekonomik yapı içinde gelişmesiydi.
Dışa açık politikaların benimsenmesinin
bir diğer nedeni ise Lozan
Antlaşması'nın iktisadi hükümleriydi.
Antlaşmanın eki olan ticaret sözleşmesi,
1916 yılında Osmanlı gümrük
tarifelerinin 5 yıl daha yürürlükte
kalmasını ve yeni yasaklar
getirilmemesini öngörüyordu. Bu nedenle,
1929 yılına kadar gümrük tarifelerinde
artışlar gerçekleştirilememiştir.
1923-29 yılları arasında devlet özel
girişimi teşvik etmek için yoğun çaba
harcamıştır. Bu amaçla yapılanların
başında, devlet tekelleri kurularak daha
sonra bunların işletmesini özel sektöre
devretmek gelmektedir. Ayrıca, bu
dönemde, milli sanayii geliştirmek için
Teşvik-i Sanayi Kanunu ile birlikte
çeşitli hammaddelerin ithalatını
kolaylaştıran gümrük tedbirleri
alınmıştır.
Milli bankalar kurularak (İş Bankası,
Tütüncüler Bankası. Sanayi ve Maadin
Bankası), İstanbul Ticaret ve Tahıl
Borsası açılmıştır. Bu dönemde anonim
şirketlerin kurulmaları da
kolaylaştırılmıştır.
Madenler ve sigara üretimi
devletleştirilerek milli üretime dönük
bir biçimde işletilmeye başlanmış, şeker
fabrikaları için teşvik kanunu
çıkartılmıştır. Ancak, bu dönemde,
devletin en az düzeydeki müdahaleci
tutumuna rağmen, özel sektör istenilen
gelişmeyi sağlayamamıştır.
Tüm dünyayı iktisadi açıdan büyük bir
çıkmaza sokan 1929 dünya ekonomik
bunalımı ise liberal iktisat
politikalarını izleyen ülkemizi de
etkilemiştir. Bu dönemde, Türk parasının
değerinin düşmesi sonucu, tarım
ürünlerimizin dünya piyasalarında
fiyatları düşmüştür.
1924-1929 döneminde GSMH yılda ortalama
%10,9, sınai üretim ise %8,5 oranında
artış kaydetmiştir. Bu sonuç, üretim
kapasitesine yapılan ilavelerden çok,
geçmişte meydana gelen kapasite
boşluklarının kullanılmasının bir
sonucudur. Bu dönemde tarımsal üretimde
görülen hızlı artış ise, aktif nüfusun
savaş sonrasında toprağına geri
dönmesinden kaynaklanmıştır.
1930 yılından sonra tüm dünyada,
devletçi, müdahaleci ve korumacı
politikalara yönelinmeye başlanmıştır.
Türkiye de bu doğrultuda hareket ederek,
bunalımdan çıkmak ve iktisadi
genişlemeyi sağlamak amacıyla çeşitli
tedbirler almıştır. Öncelikle, 1930
yılında Merkez Bankası kurulmuş ve Türk
Parasını Koruma Kanunu TBMM'de kabul
edilmiştir. 1931 yılında ise ithalata
kota konulması ve ihracatın denetlenmesi
hakkında çıkan kanunla, korumacılığın
ilk adımları atılmıştır. Yine aynı yıl,
Sanayi Kongresi düzenlenmiş, bunu
takiben, 1932 yılında iktisadi hayatta
devletin denetimini artıran bir dizi
kanun çıkarılmıştır.
1933 yılında ise, Sümerbank'ın kurulması
ve Mevduatı Koruma Kanunu ile Ödünç Para
Verme İşleri Kanunlarının kabul
edilmeleri başlıca iktisadi olaylardır.
Devlet. bu tarihte ilk defa faiz
oranlarını belirlemeye başlamıştır.
Devletin iktisadi hayata girişi,
doğrudan doğruya devlet işletmeciliğine
başlaması, 1934-1938 yılları arasında
uygulanan Birinci Beş Yıllık Sanayi
Planı ile başlamaktadır. Bu plan
döneminde, öncelikle, büyük kısmı
yabancıların elinde bulunan
demiryolları, Tramvay, Tünel Şirketi,
Zonguldak Kömür Şirketi, İzmir Telefon
Şirketi millileştirilmiş ve
kamulaştırılmıştır.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
döneminde toprak reformu yapılarak
tarıma teşvik sağlanmış ayrıca
hammaddesi yurtiçinde bulunan malları
işleyecek sanayi kuruluşları ile
devletçe finanse edilmesi mümkün olan
kuruluşların kurulmasına öncelik
verilmiştir.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının
başarılı uygulaması ve hedeflere
ulaşılması üzerine 1938 yılında İkinci
Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır.
Bu planın uygulanacağı yıllarda II.
Dünya Savaşı'nın başlamış olması,
devletin savaş ekonomisine uygun bazı
tedbirler almasına yol açmıştır. II.
Dünya Savaşı dönemine, olası bir
tehlikeye karşı savaş ekonomisi
uygulanmıştır. Bu çerçevede, hükümete,
olağanüstü koşullarda fiyat saptama,
özel işletmelere el koyma, zorunlu
çalıştırma gibi araçlarla, ekonomiye
doğrudan müdahale yetkisi veren 1940
Milli Koruma Kanunu ile, devlet
gelirlerini artırmak için Varlık Vergisi
Kanunu çıkarılmıştır. Varlık Vergisi
Kanunu 1942 yılında gördüğü yoğun
tepkiler nedeniyle yürürlükten
kaldırılmıştır.
Savaşın bitmesi ve tüm dünyada liberal
politikaların etkin olmaya başlamasıyla
birlikte Türkiye'de de bazı
değişiklikler olmaya başlamıştır. Çok
partili sisteme geçişle birlikte
başlayan liberal akım, 1945-1950 yılları
arasında, Türk ekonomisinde devlet
müdahaleciliğinin belirli sınırlar
içinde tutulması ve daha liberal bir
ekonomi uygulanması yolundaki
girişimleri ön plana çıkarmıştır.
1946 yılında yapılan devalüasyon ile
TL'nin değeri %53,6 oranında düşürülerek
1 Amerikan Doları karşılığı 2,80 TL
olarak kur sabitlenmiştir. Bu dönemde
yapılan devalüasyonun nedeni, savaş
sonrası uluslararası fiyat düzeylerine
ve yeni ekonomi politikalarına uyum
sağlayarak ihracatı artırmaktır. Ancak
bu devalüasyon. istenilen sonuçları
vermemiş, ithalattaki aşırı artışlar,
birikmiş olan döviz rezervleri ve daha
sonra dış yardımlarla finanse edilerek
1953 yılına kadar sürmüştür.
Türk ekonomisini dar kalıplardan ve
kısır kaynaklardan kurtarmak için 1947
yılında liberal karakterde bir Kalkınma
Planı (1948-1952) hazırlanmıştır. Bu
planda özel kesime büyük önem
verilmiştir. Planın 1948-1952 dönemi
için öngördüğü toplam harcama miktarında
en büyük payı %44 ile ulaştırma
almıştır. Bu dönemde ulaştırma
sektöründe ağırlık verilen kesim
demiryollarından ziyade karayolları
olmuştur.
Tarım ve tüketim malları sanayine önem
veren, özel girişimin öncülüğünü savunan
ve dış ticaret ile kambiyo rejimlerinde
serbestleşmeyi öngören bu stratejiler,
1947 yılında üye olunan IMF ve Dünya
Bankası gibi kuruluşların görüşleriyle
de uyumlu idi. Yine de, 1947 yılından
itibaren askeri ve 1948 yılından
itibaren ekonomik yardımlar alan
Türkiye'nin 1945-1950 yılları arasında
reel GSMH'sinde istenilen büyüme
sağlanamamıştır.
1950-1953 döneminde gerek tarımda
gerekse sanayileşmede önemli gelişmeler
sağlanmıştır. Tarımın makineleşmesi,
kredi imkânları ve tarım için belirlenen
yüksek fiyat politikası ile birlikte
iklimin elverişli olması, bu dönemde
tarım üretimini artırmıştır. Aynı
zamanda, yabancı sermaye girişini
kolaylaştırıcı uygulamalar, para arzının
artırılması, ithalatın sınırlandırılması
ve dış krediler ile yardımlar sayesinde
de hızlı bir gelişme gözlenmiştir. Bu
dönemde, büyük kamu yatırımlarına
ağırlık verilmiştir.
1954'den sonra plansız yatırımların
yapılması nedeniyle artan ithalatın
finansmanında, dış yardımlara paralel
olarak döviz rezervlerinin kullanılması
sonucu zorluklarla karşılaşılmıştır. Dış
ticaret hadleri aleyhimize gelişirken,
fiyatların hızla artması ile birlikte
ekonomik büyüme geçen 4 yıla göre aynı
oranda olmamıştır.
Bankaların tarım ve sanayi sektörüne
açtığı kredilerin yükseltilmesi yanında
plansız yatırımların yapılması ve 1956
yılında Milli Koruma Kanunu'nun yeniden
yürürlüğe konulması sonucunda, fiyatlar
üzerinde suni bir baskı yaratılmış,
enflasyon körüklenmiştir.
1958 yılında tekrar ekonomik istikrarı
sağlamak için sıkı para ve maliye
politikaları ve ihracatı teşvik
tedbirleri gibi bir takım ekonomik
tedbirler alındıysa da enflasyonist
gidiş önlenememiştir. Bu ekonomik
koşullarda, siyasi bunalımla birlikte
1960 yılında yeni bir Anayasa
hazırlanarak, uzun vadeli bir ekonomik
planın yapılması çalışmalarına yeniden
başlanmıştır. Bunun için ilk önce 1960
yılında Devlet Planlama Teşkilatı
kurulmuştur. Ayrıca, 1958 yılında alınan
istikrar önlemleri, 27 Mayıs 1960'dan
sonra eskisinden daha sıkı bir biçimde
uygulanmaya devam etmiştir. 1962 yılında
ise, bir yıl süreli bir plan hazırlanmış
ve planın başarılı olması üzerine,
bundan sonra, beş yıllık planlar
hazırlanmaya başlanmıştır.
1963-1967 yılları arasındaki Birinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı ile 1968-1972
yıllarını kapsayan İkinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı, ekonomik ve siyasi
bunalımların sonunda istikrarlı bir
büyüme hızı ve kalkınma sağlanması
amacıyla 15 yıllık bir perspektif içinde
hazırlanmıştır. Bu iki dönem içinde 10
adet yıllık program da uygulanmıştır. Bu
15 yıllık perspektif içinde başlıca
hedefler şöyle sıralanabilir:
Yılda %7'lik bir büyüme sağlanması.
İstihdam sorunun çözümlenmesi.
Dış ödemeler dengesinin sağlıklı bir
yapıya kavuşturulması.
Her alanda yeterli sayıda ve üstün
nitelikli bilim adamı ve teknik eleman
yetiştirilmesi.
Bu hedeflerin sosyal adalet ilkesiyle
uyumlu bir biçimde sağlanması.
Bu hedefler çerçevesinde ele alınan
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın
yürürlüğe konulmasıyla, ithal ikameci
sanayileşme de yeni bir evreye
girmiştir. Sıkı maliye ve para
politikaları, kaynakların tam olarak
kullanılmasına ve en iyi biçimde
tahsisine engel olan enflasyonist ve
deflasyonist eğilimlerin gelişmesini
önleyecek biçimde tespit edilmiştir.
Kamu yatırımlarının, vergiler, kamu
teşebbüslerinin yaratacağı fonlar ve dış
alemden sağlanacak kaynaklar gibi gerçek
tasarruflarla finanse edilmesi
öngörülmüştür. Ayrıca, para ve kredi
politikaları, özel sektör yatırımlarının
gerçek kişi ve kurum tasarrufları ile
finansmanını mümkün kılacak biçimde
tespit edilmiştir. Bu planın öngördüğü
dönem sonunda Türk ekonomisinde şu
gelişmeler olmuştur:
Sanayi için yıllık %12,3 gelişme hızı
öngörülmüş, bu oran %10,6 olarak
gerçekleşmiştir.
Dış finansman kaynaklarının hedeflenen
ölçüde sağlanamamış olması ve tarım
kesiminin gelişiminin büyük ölçüde hava
şartlarına bağlı bulunması nedeniyle
%7'lik büyüme hızına ulaşılamamış, yılda
ortalama %6,5 oranında büyüme
gerçekleştirilmiştir.
Toplam yatırımların GSMH içindeki payı
başlangıç yılı olan 1963'te %18'e
yükselmiştir.
Kamu gelirleri artmış olmakla birlikte
öngörülen seviyeye ulaşılamamış; bu da
kamu harcamalarının kısılması sonucunu
doğurmuştur. Ödemeler dengesi açığı ise,
ihracatın düşünülen seviyenin üstünde
gerçekleşmesi nedeniyle plan hedefinin
altında kalmıştır.
Bu plan döneminde yatırımları ve
ihracatı teşvik amacıyla bazı kanunlar
çıkarılmıştır. Yatırımları teşvik
amacıyla Gelir Vergisi Kanunu'na eklenen
bazı maddelerle kalkınmada öncelikli
yörelerde daha yüksek oranlarda yatırım
indirimi uygulamasına başlanmış ve Vergi
Usul Kanunu'na eklenen bir madde ile
hızlandırılmış amortisman yöntemine
geçilmiştir.
Yatırımlarda kullanılacak hammaddelerin
ithalatını kolaylaştırıcı gümrük
indirimleri gibi kolaylıklar
sağlanmıştır. İhracatı teşvik için ise,
ihracatta vergi iadesi uygulaması
başlatılmıştır.
1968-1972 yılları arasında uygulaması
gerçekleştirilen İkinci Beş Yıllık
Kalkınma Planını birinci plandan farkı
çok kesimli olmasıdır. Tarım,
madencilik, imalat sanayi, inşaat,
hizmetler ve kamu kesimi tek tek ele
alınırken, plan ulusal ve uluslararası
kesim olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu
planın amacı, Türk ekonomisinde hızlı
bir gelişme sağlamak ve bu gelişmeyi
sürekli hale getirmektir. Ayrıca, bu
planın birinci plandan farklı olarak
sanayi sektörüne özel bir önem verdiği
görülmektedir.
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda
sanayi sektörü, ekonomik büyüme için
"sürükleyici sektör" konumuna
geçmektedir. Bu plan döneminde, bir
taraftan "ithalat" yerine "yerli üretim"
ikame edilirken, diğer taraftan "ara
mallar" üretimi önem kazanmıştır.
Ayrıca, vergi iadesi, döviz tahsislerine
öncelik tanınması gibi ihracat
teşviklerine önem verilmiş, ihracatçı
birlikleri kurulmuştur.
Birinci ve ikinci planda öngörülen
kalkınma hızları eşit olmakla birlikte,
Birinci Plan'da hizmetler kesimi için
öngörülen kalkınma hızı %7,2'den %6,8'e
indirilmiştir. Her iki planda temel
sektörlerin payları öngörülen yönde
gelişmekle birlikte beklenenden daha
düşük seviyede olmuştur.
Yatırımların sektörlere dağılımına
baktığımızda, ikinci planın imalat
sanayi, ulaştırma ve turizm
yatırımlarına ağırlık verdiği
görülmektedir. Üçüncü Beş Yıllık
Kalkınma Planı 1973-1977 yıllarını
kapsamakta ve 15 yıllık uzun dönemli bir
perspektifin üçüncü kısmını
oluşturmaktadır.
Türkiye ile AT arasında 1963 yılında
imzalanan Ortaklık Anlaşması'nın 1 Ocak
1973 yılında kanuni olarak yürürlüğe
girmesi ile birlikte gümrük
indirimlerinin gerçekleşmesi ve geçen on
yıllık dönem içinde ulaşılan sonuçlar ve
karşılaşılan sorunlar, özellikle
sanayide hedeflenen artış hızının
gerçekleştirilememesi, belirli bir
yapısal değişikliği zorunlu kılmıştır.
Bu yüzden plan 15 yıllık bir perspektif
içerisinde değil, yeniden hazırlanan ve
22 yılı kapsayan yeni bir stratejinin
ilk dilimi olarak hazırlanmıştır.
1973-1995 yıllarını kapsayan bu yeni
stratejiyle ulaşılmak istenen başlıca
hedefler şunlardır:
GSMH'nin yılda ortalama
%9 dolayında artması.
Sanayinin milli gelir içindeki payının
%23'ten %40'a çıkarılması, buna karşılık
tarım kesiminin payının %28'den %10'a
indirilmesi.
Toplam çalışanlar içinde sanayi
kesiminin payının %11'den %22'ye
yükseltilmesi, tarım kesiminin payının
ise %60'tan %20'ye düşürülmesi.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plan
döneminin belirgin niteliklerinden
birisi, başta altyapı olmak üzere,
ekonominin darboğazlara girmesidir.
Bunun temelinde 1960-1973 döneminde
kesintisiz büyümeyi sağlayan ithal
ikameci stratejilerin bulunduğu
görülmektedir. İthal ikameci
politikalar. dayanıksız tüketim
mallarına (işlenmiş gıda ürünleri,
tekstil gibi) yönelik olduğu sürece
büyüme devam etmiş, fakat 1960'ların
ortalarından itibaren ithal ikameci
politikalar dayanıklı tüketim malları
(taşıtlar, beyaz eşya gibi) ve ara
mallar (çelik, rafine edilmiş ürünler,
petrokimya ürünleri gibi) hedef
alındığında elde edilen sonuçlar tatmin
edici olmaktan uzak kalmıştır.
Sınırlı iç piyasa ve ihracata
yönelmedeki yetersizlik, sermaye
yoğunluğu daha yüksek yatırımlardaki
artış ve sınırlı kapasite kullanımları,
büyüme hızının sürdürülmesini gittikçe
daha yüksek maliyetli hale getirmiştir.
1973-1974 yılları arasında dört katına
çıkan petrol fiyatları Türkiye'yi
derinden etkilemiştir. Ardarda gelen
hükümetler, birinci petrol şokundan önce
yavaşlama eğilimine giren ekonomik
büyüme hızını artırmak için, en azından
başlangıçta, genişletici politikalar
izlemişlerdir. Kamu sektörü yatırımları
hızla büyümüştür. Ancak, aynı dönemde
tüketim sınırlanamadığından, bu
politika, reel olarak %8 gibi bir büyüme
sağlanmasına rağmen istikrarsızlığa
sebep olmuştur.
1970'lerin sonuna doğru ulusal
tasarruflar ve yatırımlar arasındaki
uçurum genişlemiştir. İthalat, durgun
ihracat karşısında hızla büyümüştür.
Kamu İktisadi Teşebbüslerinin dengesi
çarpıcı bir şekilde bozulmuştur. Bunun
sonucunda bütçe açığı büyümüş ve
enflasyonda hızlı bir artış olmuştur.
Cari işlemler dengesi önemli ölçüde açık
vermiştir. Bu açık, 1977'de GSMH'nin
%8'ine ve döviz gelirlerinin %92'sine
ulaşmıştır. Bu açıklar özel yabancı
sermaye ve rezervlerle finanse
edilmiştir. Fakat bu finansman şekli,
dış borçların artması, borçlanma
yapısının bozulması ve konvertibl döviz
rezervlerinin azalması şeklinde üç
alandakötüleşmeye neden olmuştur. Bu
ekonomik dengesizlikler sonucunda 24
Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları
alınmıştır.