Amerikan
Ekonomisinin Tarihi
Modern Amerikan ekonomisinin kökleri
Avrupalı yerleşimcilerin ekonomik kazanım
elde etmeye çabaladıkları XVI., XVII. ve
XVIII. Yüzyıllara uzanır. Yeni Dünya bundan
sonra sınırlı ölçüde başarılı bir koloni
ekonomisinden küçük ve bağımsız bir çiftlik
ekonomisine ve giderek de çok karmaşık bir
endüstri ekonomisine dönüştü. Birleşik
Devletler bu evrim sırasında büyümesine ayak
uyduracak daha da karmaşık kurumlar
geliştirdi. Hükümetin ekonomideki rolü ise
her dönemde görülmekle birlikte genelde
arttı.
Kuzey Amerika'nın ilk yerleşimcileri Amerika
Yerlileriydi. Bu halkın günümüzde Bering
Boğazı'nın bulunduğu bölgedeki bir kara
köprüsünden geçerek 20.000 yıl önce Asya'dan
Amerika'ya geldikleri sanılmaktadır.
(Amerika'ya ilk ayak basan Avrupalı kaşifler
Hindistan'a geldiklerini düşündükleri için
yanlışlıkla bu halka "Hintliler"
demişlerdi.)
Bahis konusu yerli halk bazan kabileler ve
bazan da kabile konfederasyonları halinde
örgütlenmişti. Kendi aralarında ticaret
yaptıkları halde diğer kıtalardaki halklarla
ve hatta Avrupalı yerleşimciler gelinceye
kadar Güney Amerika'daki yerli halkla bile
pek az temasları bulunuyordu.
Geliştirdikleri ekonomik sistem ise onların
topraklarına sonradan yerleşen Avrupalılar
tarafından yok edilmiştir.
Amerika'yı ilk "keşfeden" Avrupalılar
Vikinglerdi; fakat, 1000 yılında gerçekleşen
bu olay büyük ölçüde gözden kaçtı. O
günlerde Avrupa toplumunun en büyük kesimi
hala tarıma ve toprak mülkiyetine bağlı
bulunmaktaydı. Ticaret, Kuzey Amerika'nın
daha çok araştırılmasını ve orada
yerleşilmesini teşvik edecek oranda önem
kazanmamıştı.
İspanya bayrağı altında denizcilik yapan bir
İtalyan olan Kristof Kolomb Asya'ya ulaşan
bir güneybatı geçidi bulmaya çıktı ve
1492'de bir "Yeni Dünya" keşfetti. Bunu
izleyen 100 yıl boyunca Avrupa'dan yola
çıkan İngiliz, İspanyol, Portekizli,
Hollandalı ve Fransız kaşifler altın,
zenginlik, onur ve zafer peşinde Yeni
Dünya'ya doğru yelken açtılar.
Buna karşın Kuzey Amerika'nın vahşi
bölgeleri ilk gelen kaşiflere pek az altın
ve ondan da az zafer sunduğu için çoğu orada
kalmadı. Kuzey Amerika'ya yerleşenler daha
sonraki yıllarda gelenlerdi. Bir gurup
İngiliz 1607'de, daha sonra Birleşik
Devletler olacak olan ilk kalıcı yerleşim
birimini kurdular. Adı Jamestown olan bu
birim günümüzdeki Virginia eyaleti
topraklarında bulunuyordu.
KOLONİLEŞTİRME
İlk yerleşimcilerin yeni bir vatan
aramalarına yol açan çeşitli nedenleri
vardı. Massachusetts'e yerleşen "Pilgrim"ler
dinsel baskıdan kaçmak isteyen dindar ve
soğukkanlı İngilizlerdi. Virginia benzeri
diğer kolonilerse temelde ticaret
girişimleri olarak kurulmuştu; ancak, çok
kez dindarlıkla ticari çıkar el ele
yürüyordu.
İngiltere'nin daha sonra Birleşik Devletler
olacak olan kolonileri kurup yürütmekteki
başarısı, büyük ölçüde, imtiyazlı şirketler
kullanmasından kaynaklanıyordu. İmtiyazlı
şirketler, ekonomik kazanım peşinde olan ve
belki de İngiltere'nin ulusal amaçlarını
gerçekleştirmek isteyen hissedar (genellikle
tüccarlar ve zengin toprak sahipleri)
guruplarıydı.
Şirketlerin özel sektör tarafından finanse
edilmesine karşılık Kral her projeye
ekonomik hakların yanı sıra siyasal yetkiler
ve yargı yetkileri tanıyan bir imtiyaz ya da
bağış veriyordu. Buna karşın koloniler
genelde hemen kar sağlayamadıkları için
İngiliz yatırımcılar çok kez imtiyazlarını
yerleşimcilere devrettiler. O günlerde pek
anlaşılmamıştı ama bunun siyasal sonuçları
çok büyük oldu. Koloniciler kendi
yaşamlarını, kendi toplumlarını ve kendi
ekonomilerini kurmaya bırakıldılar; bu
gerçekte yeni bir ulusun temellerinin
atılması anlamına geliyordu.
İlk kolonilerin zenginliği tuzakla kürk
hayvanı yakalamaya ve kürk ticaretine
dayanıyordu. Massachusetts'te balıkçılık ta
temel bir zenginlik kaynağıydı. Buna karşın,
kolonilerdeki halk genelde küçük
çiftliklerde yaşıyor ve kendi kendine
yeterli oluyordu. Birkaç küçük kentte ve
North Carolina, South Carolina ve
Virginia'daki büyük çiftliklerde temel
gereksinim mallarının bir kesimi ve lüks
maddelerin hemen hepsi tütün, pirinç ve
çivit karşılığında ithal ediliyordu.
Koloniler büyüdükçe destek endüstrileri
gelişmeye başladı. Çeşitli bıçkı evleri ve
tahıl değirmenleri ortaya çıktı. Koloniciler
önceleri balıkçı tekneleri ve sonradan da
ticaret tekneleri yapmak için tersaneler
kurdular. Küçük demir döküm atölyeleri de
açtılar. XVIII. Yüzyıl'a gelindiğinde
bölgesel ekonominin biçimi ortaya çıkmıştı;
New England kolonileri gönenç yaratmak için
gemi yapımına ve denizciliğe dayanıyordu;
Maryland, Virginia ve Carolinalar'daki
çoğunlukla köle çalıştırılan büyük
çiftliklerde pamuk, pirinç ve çivit
üretiliyordu; New York, Pennsylvania, New
Jersey ve Delaware'deki orta koloniler de
deniz yoluyla mal ve kürk taşımacılığı
yapıyorlardı. Köleler dışındaki bireylerin
yaşam standardları yüksekti; gerçekten de
İngiltere'dekini bile aşıyordu. İngiliz
yatırımcılar çekilmiş oldukları için meydan
koloniciler arasındaki müteşebbislere
kalmıştı.
1770'e gelindiğinde Kuzey Amerika
kolonileri, hem ekonomik hem de siyasal
açıdan I. James döneminden beri (1603-1625)
İngiltere politikasına egemen olmuş bulunan
ve giderek yükselen özyönetim akımının bir
parçası konumuna gelmeye hazırlardı.
İngiltere ile aralarında vergileme konusunda
ve diğer başka alanlarda anlaşmazlıklar
çıktı; Amerikalılar İngiliz vergilerinde ve
yasal düzenlemelerinde özyönetim taleplerini
karşılayacak biçimde değişiklik yapılacağını
umuyorlardı. İngiliz hükümetiyle olan
sürtüşmelerin onlarla genel savaşa ve
kolonilerin bağımsızlığına yol açacağını pek
az kişi düşünüyordu.
XVII. ve XVIII. Yüzyıllar'da İngiltere'deki
siyasal kargaşa dönemlerinde olduğu gibi
Amerikan Devrimi de (1775-1783) hem ekonomik
hem siyasaldı ve İngiliz filozofu John
Locke'nin Sivil Hükümet Üzerine İkinci
İnceleme'sinden (1690) açıkça alınmış olan
"vazgeçilmez yaşam, özgürlük ve mülkiyet
hakları" cümleciğini toplanma çağrısı olarak
kullanan orta sınıf tarafından
destekleniyordu.
Nisan 1775'teki bir olay savaşı başlattı.
Massachusetts'in Concord kentindeki bir
koloni silah deposunu ele geçirmek isteyen
İngiliz askerleri Koloni milisleriyle
çatıştılar. Kim olduğu bilinmeyen birinin
ateş etmesi üzerine sekiz yıl sürecek bir
savaş patladı. Kolonicilerin çoğunluğunun
başlangıçtaki amacı belki de İngiltere'den
siyasal ayrılma değildi; fakat, varılan
kesin sonuç bağımsızlık ve yeni bir
devletin, yani Birleşik Devletler'in
yaratılması oldu.
YENİ ULUSUN EKONOMİSİ
1787'de kabul edilen ve günümüze kadar
yürürlükte kalan ABD Anayasası pek çok
bakımdan yaratıcı bir dehanın eseridir. Bir
ekonomik yasa olarak, Maine'den Georgia'ya
ve Atlas Okyanusu'ndan Mississippi Vadisi'ne
uzanan tüm ülkenin birleşmiş ya da "ortak"
bir Pazar oluşturduğu hükmünü getirmiştir.
Eyaletlerarası ticarete hiçbir gümrük resmi
ya da vergi uygulanamaz.
Anayasa uyarınca Federal hükümet yabancı
ülkelerle yapılan ve eyaletler arasında
yürütülen ticareti düzenleyebilir, tekdüze
iflas yasaları çıkarabilir, para basabilir
ve değerini ayarlayabilir, ağırlık ve
uzunluk ölçüsü birimlerine ilişkin
standardlar koyabilir, postaneler ve
anayollar açabilir ve patentler ve telif
haklarını düzenleyen kurallar getirebilir.
Yukarıda değinilen son hüküm, "fikri
mülkiyet"in ilk günlerden başlayarak
tanındığını gösteriyordu ve bu konu XX.
Yüzyıl sonlarında yapılan ticaret
görüşmelerinde büyük bir önem kazanacaktı.
Ülkenin Kurucu Ataları'ndan biri ve ilk
maliye bakanı olan Alexander Hamilton,
federal hükümetin yeni doğmuş endüstrilere
açık destek sağlayarak ve ithalata koruyucu
gümrük tarifeleri uygulayarak onları
beslemeye yönelik bir ekonomik kalkınma
stratejisi uygulanmasını savunuyordu.
Ayrıca, kolonilerin Bağımsızlık Savaşı
sırasında yüklendikleri kamu borçlarını
üstlenmek amacıyla bir ulusal banka
yaratılması için de federal hükümeti
zorluyordu. Yeni hükümet Hamilton'un belirli
önerilerine direndiyse de sonuçta gümrük
tarifelerini Amerikan dış politikasının
temel bir ögesi yaptı ve bu tutum yaklaşık
XX. Yüzyıl ortalarına kadar sürdürüldü.
Amerikalı çiftçiler başlangıçta bir ulusal
bankanın yoksullar aleyhine varsıllara
hizmet edeceğinden korktular; fakat, ilk
Birleşik Devletler Ulusal Bankası 1791'de
kuruldu, 1811'e kadar çalıştı ve o tarihte
yerine bir başka banka oluşturuldu.
Hamilton Birleşik
Devletler'in ekonomik büyümesinin
çeşitlendirilmiş ulaştırma, imalatçılık ve
bankacılık aracılığıyla sürdürülmesi
gerektiğine inanıyordu. Hamilton'un
politikadaki rakibi Thomas Jefferson ise
felsefesini sıradan bireylerin siyasal ve
ekonomik zulme karşı korunmasına
dayandırmıştı. Özellikle küçük çiftçileri
"en değerli vatandaşlar" olarak övüyordu.
Jefferson 1801'de başkan oldu (1801-1809) ve
merkeziyetçilikten daha çok arındırılmış bir
tarım politikası uygulamaya yöneldi.
GÜNEYE VE BATIYA İLERLEYİŞ
Güney'de başlangıçta önemsiz bir ürün olan
pamuk Eli Whitney'in 1793'te çırçır
makinesini (pamuğu tohumlarından ve diğer
yabancı maddelerden ayıklayan makine) icat
etmesi üzerine büyük bir gelişme gösterdi.
Güneydeki büyük çiftlik sahipleri, sık sık
daha batıya giden küçük çiftçilerin
topraklarını satın aldılar. Köle işçilerin
emeğiyle beslenen büyük çiftlikler kısa
zamanda belirli aileleri pek çok
zenginleştirdi.
Bununla birlikte, batıya gidenler sadece
güneyliler değildi. Bazan Doğu'daki köyler
bir tüm olarak bölgeden ayrılıyor ve
Ortabatı'nın daha verimli çiftlik
arazilerinde yeni yerleşim birimleri
kuruyordu. Batıya göçenler çok kez
bağımsızlığa sıkı sıkıya bağlı bulunan ve
her tür hükümet denetimine ya da
müdahalesine güçlü bir biçimde karşı çıkan
kişiler olarak tanımlanmalarına karşın
gerçekte hükümetten dolaylı ya da dolaysız
pek çok yardım sağlamışlardır. Hükümet
tarafından yapılan Cumberland Pike yolu
(1818) ve Erie Kanalı (1825) gibi ulusal
kara ve suyolları yeni yerleşimcilerin
batıya göç etmelerinde ve daha sonra da
batının tarımsal ürünlerinin pazarlara
taşınmasında yardımcı olmuştur.
Andrew Jackson 1829'da başkanlığa gelince
pek çok yoksul ve varlıklı Amerikalı onu
ideal edindi; çünkü, o da yerleşime yeni
açılan sınır bölgesinde ağaçtan yapılmış bir
kulübede yaşama başlamıştı. Başkan Jackson
(1829-1837), Hamilton'un Ulusal Banka'sının
Doğu'nun yerleşmiş çıkarlarını
Batı'nınkilere tercih ettiğine inandığı için
bir ardılının kurulmasına karşı çıktı.
Jackson ikinci bir dönem için seçilince,
Banka'nın görev süresini yenilemek istemedi
ve Kongre de onu destekledi. Bu davranışları
ülkenin parasal sistemine karşı güveni
sarstı ve 1834 ve 1837'de önemli ticari
paniklere yol açtı.
Ekonomik sarsıntılar XIX. yüzyıl süresince
ABD ekonomisinde yaşanan hızlı büyümeyi
engellemedi. Yeni icatlar ve sermaye
yatırımları yeni endüsteriler kurulmasına ve
ekonomik büyümeye yol açtı. Ulaştırma
geliştikçe sürekli olarak yeni pazarlar
açıldı. Buharlı gemiler nehir trafiğinin
daha hızlı ve daha ucuz olmasını sağladı;
fakat, demiryollarının geliştirilmesi daha
da büyük bir etki yarattı ve geniş arazi
bölümleri kullanıma açıldı. Kanallar ve
karayolları gibi demiryollarının ilk kuruluş
günlerinde de arazi bağışı biçiminde önemli
hükümet yardımları yapıldı. Buna karşın,
diğer ulaştırma biçimlerinin aksine,
demiryolları büyük ölçüde yerel ve Avrupa
kaynaklı özel yatırımları da çekti.
Bu heyecan dolu günlerde çabuk zengin olma
düzenleri bollaştı. Borsa fırsatçıları bir
gecede hazineler kazandılar; buna karşılık
çok kişi de tüm tasarruflarını yitirdi.
Bunlara karşın, uzak görüşlülüğün ve yabancı
yatırımların bir araya gelmesi, altın
yataklarının bulunması ve Amerikan halkının
ve kişisel zenginliğin büyük katkısı sonucu
ülkede yaygın bir demiryolu sistemi
kurulabildi ve bu da endüstrileşme için
temel oluşturdu.
ENDÜSTRİYEL BÜYÜME
Endüstri Devrimi XVIII. Yüzyıl'ın sonlarında
ve XIX. Yüzyıl'ın başlarında Avrupa'da
oluştu ve hızla Birleşik Devletler'e
yayıldı. 1860'ta Abraham Lincoln başkan
seçildiğinde ülke nüfusunun yüzde 16'sı
kentlerde yaşmakta ve ulusal gelirin üçte
biri imalattan sağlanmaktaydı. Kentleşmiş
endüstri genelde Kuzey Doğu'da toplanmıştı;
pamuklu bez üretimi önde gelen endüstriydi,
ayakkabı, yünlü giysi ve makine üretimi de
yayılmaktaydı. İşçilerin çoğunluğunu
göçmenler oluşturuyordu. 1845-1855 arasında
Avrupa'dan yılda yaklaşık 300.000 göçmen
geliyordu. Bunların çoğu yoksul kişilerdi;
Doğu kentlerinde ve çok kez de ülkeye varış
limanlarında yerleşmişlerdi.
Buna karşılık Güney tarım bölgesi olmayı
sürdürdü; sermaye ve endüstri ürünleri için
de Kuzey'e bağlı kaldı. Güney'in, köle
kullanımını da içeren, ekonomik çıkarları
ancak siyasal güç tarafından ve Güney
federal hükümeti kontrol ettiği sürece
korunabilirdi.1856'da kurulmuş olan
Cumhuriyetçi Parti endüstrileşmiş Kuzey'i
temsil ediyordu. 1860'ta Cumhuriyetçiler ve
başkan adayları olan Lincoln köle
kullanılmasından pek söz etmiyorlar, ama
ekonomik politika konusunda çok açık
konuşuyorlardı. 1861'de bir koruyucu gümrük
tarifesi kabul ettirmeyi başardılar. 1862'de
ilk Büyük Okyanus demiryolunu kurma imtiyazı
verildi. 1863 ve 1864'te bir ulusal banka
yasası taslağı hazırlandı.
ABD İç Savaş'ında (1861 - 1865) Kuzey'in
zafer kazanması ile ülkenin ve ekonomi
politikasının geleceği kesinleşmiş oldu.
Köle işgücüne dayalı sistem kaldırıldı ve
Güney'deki büyük pamuk çiftlikleri daha az
kar getirir oldular. Savaş gereksinimleri
nedeniyle hızla gelişmiş olan Kuzey
endüstrisi ilerlemesini sürdürdü.
Endüstriciler ülkenin toplumsal ve siyasal
faaliyetleri de içeren yaşamının pek çok
kesiminde egemen olmaya başladılar.
Güney'in, 70 yıl sonra çevrilecek film
klasiği Rüzgar Gibi Geçti'de duygusal
biçimde dile getirilecek olan, büyük çiftlik
aristokrasisi ortadan kalktı.
İCATLAR, KALKINMA VE BÜYÜK İŞ ADAMLARI
İç Savaş'ı izleyen hızlı ekonomik gelişme
modern ABD endüstriyel ekonomisinin
temellerini oluşturdu. Bir yeni keşifler ve
icatlar patlaması görüldü ve bu olgu
yarattığı derin değişiklikler nedeniyle
bazıları tarafından "ikinci bir endüstri
devrimi" olarak tanımlandı. Batı
Pennsylvania'da petrol keşfedildi. Yazı
makinesi geliştirildi. Soğutmalı demiryolu
vagonları kullanıma girdi. Telefon, gramofon
ve elektrik ampulü icat edildi. XX.
Yüzyıl'ın ilk yıllarında at arabalarının
yerini otomobiller aldı ve uçakla yolculuk
başladı.
Anılan başarılara koşut olarak ülkenin
endüstriyel alt yapısı da geliştirilmeye
başlandı. Appalachian Dağları'nda kuzeyde
Pennsylvania'dan güneyde Kentucky'e kadar
uzanan bölgede zengin kömür yatakları
bulundu. Orta Batı'nın kuzeyinde Superior
Gölü bölgesinde büyük demir madenleri
açıldı. Bu iki önemli ham maddenin biraraya
getirilebildiği yerlerde çelik üreten
fabrikalar geliştirildi. Açılan büyük bakır
ve gümüş madenlerini kurşun madenleri ve
çimento fabrikaları izledi.
Endüstri büyüdükçe seri imalat yöntemleri
geliştirildi. Frederick W. Taylor, bilimsel
yöneticilik konusunda öncü oldu; her işçinin
işlevini özenli bir biçimde belirledi;
onların çalışmalarıyla ilgili yeni ve daha
etkin yöntemler yarattı. (Gerçek seri imalat
fikrini Henry Ford geliştirdi ve 1913'te,
her işçinin tek bir basit işlem yapacağı
hareketli otomobil montaj bandını kurdu. Çok
uzak görüşlü olduğu daha sonra anlaşılan bir
atılım yapan Ford, işçilerine günde 5 dolar
gibi pek cömert bir ücret önerdi ve
böylelikle işçilerin çoğu ürettikleri
otomobillerin aynı zamanda müşterisi haline
geldiler ve endüstrinin yayılmasına yardım
sağladılar.)
XIX. Yüzyıl'ın ikinci yarısının "Parıltılı
Çağ"ı büyük iş adamlarının ortaya çıktığı
dönemdi. Pek çok Amerikalı büyük parasal
imparatorluklar kuran bu iş adamlarını ideal
olarak algıladı. Bahis konusu kişilerin
başarısı çok kez, John D. Rockefeller'in
petrolde yaptığı gibi, yeni bir hizmet ya da
ürünün uzun vadedeki gelişme olasılığını
görebilmekte yatıyordu.
Şiddetli bir rekabet içindeydiler ve tek
amaçları parasal başarı ve güç peşinde
koşmaktı. Bu devler arasında John D.Rockefeller
ve Ford'a ek olarak, demiryolu
işletmeciliğiyle zengin olan Jay Gould,
banker J.Pierpont Morgan ve çelik
üğretimcisi Andrew Carnegie sayılabilir.
Aralarından bazıları, o günün işletmecilik
anlayışına göre, dürüst kişilerdi; buna
karşın diğer bazıları zenginlik ve güç elde
edebilmek için kuvvete, rüşvete ve hileye
başvurdular. İş çevreleri şu ya da bu
şekilde hükümet üzerinde büyük etki sahibi
oldular.
Girişimcilerin belki de en gösterişlisi
sayılan Morgan hem özel hem de iş yaşamında
büyüklüğü kendisine ölçü olarak almıştı.
Kendisi ve dostları kumar oynuyorlar,
yatlarda geziyorlar, zengin partiler
düzenliyorlar, saray benzeri evler
yapıyorlar ve Avrupa'nın sanat eserlerini
satın alıyorlardı. Buna karşın, Rockefeller
ve Ford gibi kişiler püritenlerinkine benzer
özellikler sergiliyorlardı. Küçük kasaba
değerlerini ve yaşam biçimini
sürdürüyorlardı. Sürekli kiliseye giden
kişiler olarak diğer bireyler üzerinde de
bir sorumlulukları olduğuna inanıyorlardı.
Kişisel erdemlerin başarı sağlayabileceğini
düşünüyorlardı; çalışmaya ve tutumlu olmaya
inançları büyüktü. Daha sonra varisleri de
Amerika'daki en büyük insancıl yardım
vakıflarını kurdular.
Avrupa'daki üst düzey aydınların genelde
ticareti aşağılık bir işlev gibi görmelerine
karşılık daha akışkan sınıf yapısına sahip
bir toplum içinde yaşayan Amerikalıların
çoğu para kazanma olgusuna hevesle
sarılıyorlardı. Ticari girişimin riskinden
ve verdiği heyecandan hoşlandıkları kadar
ticari başarının sağlayabileceği yüksek
yaşam standardlarını, gücü ve ünü de
seviyorlardı.
Bunlara karşın, her istediğini yapan büyük
girişimciler, Amerikan ekonomisi XX.
Yüzyıl'da olgunluğa eriştikten sonra
Amerikalıların ideali olma çekiciliklerini
büyük ölçüde yitirdiler. Önce
demiryollarında daha sonra diğer iş
alanlarında anonim şirketlerin ortaya
çıkmasıyla yaşamsal bir değişim kendini
gösterdi. Büyük iş adamlarının yerini anonim
şirketlerin başına geçen "teknokratlar",
yani yüksek ücretli yöneticiler aldı. Anonim
şirketin yükselişine bağlı olarak
işletmelerin gücünü ve etkisini dengeleyici
bir kuvvet hizmeti gören örgütlenmiş işçi
hareketi de gelişti.
1980'lerin ve 1990'ların teknolojik devrimi
büyük iş adamları çağını anımsatan yeni bir
teşebbüs kültürü ortaya çıkardı.
Microsoft'un başı olan Bill Gates bilgisayar
yazılımları düzenleyip satarak muazzam bir
servet oluşturdu. Gates'in büyük karlar
sağlayan bir imparatorluk yaratması
nedeniyle, kurduğu şirket 1990'ların sonunda
rakiplerini sindirmek ve tekel yaratmak
suçlamasıyla ABD Adalet Bakanlığı'nın
antitröst dairesi tarafından mahkemeye
verildi. Buna karşın Gates bir insancıl
yardım vakfı da kurdu ve vakıf kısa sürede
benzerleri arasında en büyük olma konumuna
erişti.
Günümüzdeki Amerikalı iş çevresi
liderlerinin pek çoğu Gates kadar göze batan
bir yaşam sürdürmemekte, anonim şirketlerin
geleceğini onlar belirlemekte, ancak, bunun
yanı sıra insancıl yardım örgütlerinin ve
okulların yönetim kurullarında da görev
yapmaktadırlar. Ulusal ekonominin durumuyla
ve Amerika'nın diğer ülkelerle olan
ilişkileriyle ilgilenmekte ve hükümet
yetkilileriyle danışmak için her an
Washington'a gidebilmektedirler. Kuşkusuz
hükümeti etkilemekte, fakat, Parıltılı
Çağ'daki bazı büyük iş adamlarının
inandığının aksine, onu kontrol
etmemektedirler.
HÜKÜMET MÜDAHALESİ
Amerika tarihinin ilk yıllarında
politikadaki liderlerin çoğunluğu federal
hükümetin, ulaştırma alanı hariç, özel
sektöre pek fazla karışmasında isteksiz
davranmışlardır. Genelde "bırakınız
yapsınlar" doktrinini benimsemişlerdir;
anılan doktrin yasaların ve düzenin
korunması dışında hükümetin ekonomiye
müdahale etmesine karşıdır. XIX. Yüzyıl'ın
ikinci yarısında, küçük işletmeler,
çiftlikler ve işçi hareketleri hükümetlerin
onlar adına müdahalesini istemeye başlayınca
bu davranış da değişmeler gösterdi.
Yüzyılın sonlarına doğru hem iş çevreleri
liderlerine hem de Orta Batı ve Batı'daki
çiftçilerin ve işçilerin oldukça köktenci
siyasal hareketlerine kuşkuyla bakan bir
orta sınıf gelişti. İlericiler olarak anılan
bu kişiler hükümetin rekabeti ve serbest
teşebbüsü güvence altına almak için iş
yaşamını düzenlenmesinden yanaydılar.
Ayrıca, özel sektördeki yolsuzluklarla da
savaştılar.
Kongre 1887'de demiryolu işletmeciliğini
düzenleyen bir yasa (Eyaletlerarası Ticaret
Yasası) ve 1890'da da, büyük şirketlerin tek
bir endüstriyi kontrol etmesini engelleyen
bir yasa (Sherman Antitröst Yasası) kabul
etti. Ancak, 1900-1920 yılları arasında
Cumhuriyetçi Başkan Theodore Roosevelt
(1901-1909), Demokrat Başkan Woodrow Wilson
(1913-1921) ve ilericilere yakınlık duyan
diğerleri iktidara gelinceye kadar bu
yasalar kararlı bir biçimde uygulanmadı.
Aralarında günümüzün Eyaletlerarası Ticaret
Komisyonu, Gıda ve İlaç İdaresi, Federal
Ticaret Komisyonu da bulunan pek çok
düzenleyici kuruluş bu dönemde yaratıldı.
Ekonomiye hükümet müdahalesi en önemli
yükselişini 1930'ların Yeni Düzen döneminde
elde etti. 1929'da sermaye piyasasının
çöküşü ülke tarihindeki en ciddi ekonomik
karışıklığı, yani Büyük Bunalım'ı
(1929-1940) yaratmıştı. Başkan Franklin
D.Roosevelt (1933-1945) bu olağanüstü durumu
aşmak amacıyla Yeni Düzen'i başlattı.
Amerika'nın modern ekonomisini belirleyen en
önemli yasaların ve kurumların çoğu Yeni
Düzen döneminde yaratılmıştır. Yeni Düzen
yasaları federal hükümetin yetkisini
bankacılık, tarım ve sosyal güvenlik
alanlarına yaydı. Ücretlere ve çalışma
saatlerine ilişkin asgari standardları
belirledi ve çelik, otomobil ve kauçuk
ürünleri gibi endüstri alanlarında işçi
sendikalarının yayılmasında aracı rolü
oynadı.
Günümüzde ülkenin modern ekonomisinin
işlemesi için vazgeçilmez sayılan programlar
ve daireler yaratıldı: menkul sermaye
borsasını düzenleyen Hisse Senetleri ve
Senet Borsası Komisyonu; banka mevduatını
güvence altına alan Federal Mevduat
Sigortası Kurumu; belki de en önemli kurum
sayılan ve yaşlıların işgücünün bir parçası
çalıştıkları sırada yaptıkları katkılara
dayanarak onlara emekli maaşı sağlayan
Sosyal Güvenlik İdaresi gibi.
Yeni Düzen liderleri iş çevreleriyle hükümet
arasında daha yakın bağlar kurma konusunda
belirli bir heves gösterdiler; fakat, bu
çabaların bazıları İkinci Dünya Savaşı'ndan
sonra yok oldu. Kısa ömürlü bir Yeni Düzen
programı olan Ulusal Endüstriyel Güçlenme
Yasası ile iş çevresi liderlerinin ve
işçilerin aralarındaki anlaşmazlıkları
hükümetin gözetimi altında çözümlemeye
teşvik edilmelerine ve böylelikle
üretkenliğin ve etkinliğin arttırılmasına
çalışıldı.
Amerika'daki bu işveren-işçi-hükümet
düzenlemelerinde hiçbir zaman Almanya ve
İtalya'da görüldüğü gibi faşizme
gidilmediyse de Yeni Düzen girişimleri bu üç
anahtar ekonomi aktörü arasındaki güç
paylaşımını yeni bir yöne döndürdü. Savaş
sırasında ABD hükümetinin ekonomiye büyük
müdahalesi sonucu bahis konusu güç
birleşmesi daha da yoğunlaştı. Savaş Üretimi
Kurulu savaş önceliklerinin karşılanabilmesi
için ülkenin üretim yeteneklerinde eşgüdüm
sağladı.
Yapısı değiştirilen tüketim malı fabrikaları
pek çok askeri siparişi karşıladı. Otomobil
yapımcıları tank ve uçak üreterek Birleşik
Devletler'i "demokrasinin silah deposu"
haline getirdiler. Ulusal gelirin artmasının
ve tüketim mallarının yetersiz kalmasının
enflasyona neden olmasını önleyebilmek
amacıyla kurulan Fiyat Yönetim Bürosu
belirli yerleşim birimlerinin kiralarını
kontrol altına aldı; şekerden benzine kadar
pek çok tüketim malını vesikaya bağladı ve
daha başka önlemler uygulayarak fiyat
artışlarını engellemeye çalıştı.
SAVAŞ SONRASI EKONOMİSİ: 1945-1960
Çok sayıda Amerikalı İkinci Dünya Savaşı'nın
sona erip büyük askeri harcamaların azalması
sonucu Büyük Bunalım dönemindeki sıkıntılı
günlerin geri geleceğinden korkuyorlardı.
Bunun aksine, savaş sonrası dönemde yoğun
tüketici talebi olağanüstü güçlü bir
ekonomik büyümeyi besledi.
Otomotiv endüstrisi başarılı bir biçimde
yeniden araç üretmeye döndü ve havacılık ve
elektronik gibi yeni endüstriler büyük bir
gelişme gösterdiler. Kısmen askerden
dönenlere sağlanan ipotek kolaylıklarının
yarattığı teşvik sayesinde hızla büyüyen
inşaat sektörü de bu gelişmeye katkıda
bulundu. Ulusun 1940'ta yaklaşık 200 milyar
dolar olan gayri safi milli hasılası 1950'de
300 milyara ve 1960'ta da 500 milyar doları
aşan bir düzeye yükseldi. Aynı zamanda,
savaş sonrası doğumlarda gerçekleşen ve
"bebek patlaması" denilen büyük sıçrama da
tüketici sayısını yükseltti. Her geçen gün
daha çok sayıda Amerikalı orta sınıfa
katıldı.
Savaş malzemesi üretme gereksinimi büyük bir
askeri-endüstriyel karma (1953-1961 arasında
ABD Başkanlığı yapmış olan Dwight D.
Eisenhower tarafından ortaya atılan bir
deyim) doğmasına yol açtı. Bahis konusu
karma savaş sona erince ortadan kaybolmadı.
Demir Perde Avrupa'nın üzerine çöküp
Birleşik Devletler de kendisini Sovyetler
Birliği'ne karşı bir soğuk savaşa girmiş
bulunca hükümet önemli bir savaş gücü
bulundurmayı sürdürdü ve hidrojen bombası
benzeri gelişmiş silahlara yatırım yaptı.
Savaşta yıkılmış bulunan Avrupa ülkelerine
Marshall Planı çerçevesinde ekonomik yardım
aktı ve bu da çok sayıda ABD malı için
piyasa yaratılmasına yardımcı oldu. Hükümet
ekonomik konularda odak rolü oynadığını
anladı. Hükümet politikası çerçevesinde "en
yüksek istihdamı, üretimi ve satın alma
gücünü yaratmak" için 1946 tarihli İstihdam
Yasası kabul edildi.
Savaş sonrası dönemde uluslararası parasal
düzenlemelerin yeniden yapılandırılması
gerektiğini fark eden Birleşik Devletler
açık ve kapitalist bir uluslararası ekonomi
kurulmasını güvence altına alacak
Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi
kurumların yaratılmasında öncülük yaptı.
Bu arada işletmeler de birleşmelerin
simgelediği bir döneme girdi. Şirketler
büyük ve çeşitli alanlara el atan
konglomeralar oluşturmak için birleştiler.
Sözgelimi, Uluslararası Telefon ve Telgraf
A.Ş. (ITT), Sheraton Otelleri'ni,
Continental Bankacılık'ı, Hartford Yangın
Sigortası'nı, Avis Kiralık Otomobil'i ve
diğer başka şirketleri satın aldı.
Amerikan işgücü de önemli ölçüde değişti.
1950'lerde, hizmet sağlayan işlerde çalışan
işçi sayısı önce mal üretimindeki işçi
sayısına yetişti sonra da bu sayıyı geçti.
1956'da ABD çalışanlarının çoğunluğu
imalattan (mavi yakalılar) daha çok hizmette
(beyaz yakalılar) yer alıyordu. Aynı zamanda
işçi sendikaları da üyeleri için uzun vadeli
iş sözleşmeleri gerçekleştirdiler ve daha
başka çıkarlar sağladılar.
Buna karşın çiftçiler sıkıntılı günler
geçirdiler. Çiftçiliğin büyük işletmelere
dönüşmesiyle etkinliğin artması tarımda
aşırı üretime yol açtı. Küçük aile
çiftlikleri, her geçen gün rekabet etmekte
daha çok zorlandılar ve gittikçe artan
sayıda çiftçi toprağından ayrıldı. Bunun
sonucu olarak tarım sektöründe çalışanların
sayısı 1947'de 7,9 milyon iken bu sayı
gittikçe azaldı; 1998'e gelindiğinde
ABD'deki çiftliklerde sadece 3,4 milyon işçi
çalışıyordu.
Başka Amerikalılar da yer değiştirdiler. Tek
ailenin oturduğu evlere olan talebin artması
ve otomobil sahipliğinin yaygınlaşması, çok
sayıda Amerikalının kentlerden banliyölere
göç etmesine yol açtı. Hava soğutma
aygıtlarının icadı gibi teknolojik
yenilikler de buna eklenince ortaya çıkan
göç dalgası güney ve güneydoğu eyaletlerinde
Houston, Atlanta, Miami ve Phoenix benzeri
"Güneş Kuşağı" (Sun Belt) kentlerin
geliştirilmesini teşvik etti.
Federal hükümetçe desteklenen otoyollar
banliyölere erişimi kolaylaştırdığı için
işyeri biçimleri de değişmeye başladı.
Alışveriş merkezleri çoğaldı ve sayıları
İkinci Dünya Savaş'ı sonunda 8 iken 1960'da
3.840'a erişti. Kısa bir süre sonra,
kentleri bırakıp daha az kalabalık kesimlere
yerleşen çok sayıda endüstri kuruluşu da
bunları izledi.
DEĞİŞİM YILLARI: 1960'LAR VE 1970'LER
Amerika'da 1950'ler çok kez bir rahatlık
dönemi olarak tanımlanır. Bunun aksine,
1960'lar ve 1970'ler büyük bir değişmeler
dönemi oldu. Dünya çevresinde yeni ülkeler
ortaya çıktı; mevcut hükümetleri yıkma amacı
güden ayaklanmalar görüldü; daha önce
kurulmuş ülkeler büyüdüler ve Birleşik
Devletler'e rakip ekonomik dinamolar haline
geldiler; askeri gücün tek büyüme ve yayılma
aracı olmadığının gittikçe daha açık bir
biçimde anlaşıldığı dünyada ekonomik
ilişkiler başat bir konum kazandı.
Başkan John F.Kennedy (1961-1963) yönetime
daha etkin bir yaklaşım başlattı. 1960 seçim
kampanyası sırasında Amerikalıları "Yeni
Ufuklar"ın gereksinimlerini yerine getirmeye
çağıracağını söyledi. Başkan olarak, hükümet
harcamalarını arttırıp vergilerde kısıntı
yaparak ekonomik büyümeyi hızlandırmayı
hedef aldı; yaşlılara sağlık yardımı
yapılmasını, kent merkezlerine parasal
yardım verilmesini ve eğitime daha fazla
ödenek ayrılmasını sağlamaya çalıştı.
Bahis konusu önerilerinin büyük kesimi
yaşama geçirilmedi; ancak, Barış
Gönüllüleri'nin yaratılmasıyla Kennedy'nin
Amerikalıları kalkınmakta olan ülkelere
gönderip onlara yardımcı olmak düşü
gerçekleşti. Kennedy ayrıca Amerika uzay
araştırmalarını da hızlandırdı. Ölümünden
sonra Amerikan uzay programı Sovyet
başarılarını geçti ve Temmuz 1969'da
Amerikalı astronotlar aya indiler.
Kennedy'nin 1963'te öldürülmesi Kongre'yi
harekete geçirdi ve oluşturduğu yasama
projelerinin büyük kesimi onaylandı. Ardılı
Lyndon Baines Johnson (1963-1969) başarılı
Amerikan ekonomisinin kazanımlarını daha çok
sayıda vatandaşa yayarak bir "Büyük Toplum"
kurmayı amaçladı. Hükümetin Medicare
(yaşlılara sağlık yardımı), Yiyecek Pulları
(yoksullara besin yardımı) ve çok sayıda
eğitim girişimi (öğrencilere yardımın yanı
sıra okullara ve üniversitelere bağış)
nedeniyle federal harcamalar dramatik ölçüde
çoğaldı.
Vietnam'daki Amerikalıların sayısı arttıkça
askeri harcamalar da yükseldi. Kennedy
döneminde küçük bir askeri harekat olarak
başlayan müdahale Johnson'un başkanlığı
sırasında büyük bir askeri girişime dönüştü.
İşin garip yanı, hem yoksulluğa karşı savaş
hem de Vietnam savaşı için yapılan
harcamalar kısa vadede gönencin artmasına
yardımcı oldu. Buna karşılık, 1960'ların
sonuna doğru hükümetin bu harcamaları
karşılamak için vergileri yükseltmedeki
başarısızlığı gittikçe artan bir enflasyon
yarattı ve bu da ekonomik gönenci aşındırdı.
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)
üyelerinin 1973-1974 yıllarındaki petrol
ambargosu enerji fiyatlarını hızla yükseltti
ve yakıt kısıntıları ortaya çıktı. Ambargo
sona erdikten sonra bile fiyatlar aynı
kalarak enflasyonu arttırdı ve giderek
işsizlik oranını yükseltti. Federal bütçe
açıkları arttı, yabancı rekabet yoğunlaştı
ve menkul kıymetler borsasında gerilemeler
oldu.
Vietnam Savaşı 1975'e kadar sürdü; Başkan
Richard Nixon (1969-1973) meclis
soruşturması açılması talepleri karşısında
istifa etti; bir gurup Amerikalı Tahran'daki
ABD büyükelçiliğinde rehine alındı ve bir
yıldan uzun bir süre serbest bırakılmadı.
Ulus, ekonomik durum dahil, olaylarla başa
çıkamıyormuş gibi görünüyordu.
Otomobillerden çeliğe ve yarı-iletkenlere
kadar ucuz ve çok kez de yüksek nitelikli
ithal malları Birleşik Devletler'e aktıkça
Amerika'nın ticaret açığı büyük ölçüde
arttı.
Yeni ekonomik hastalığı - bir yandan
enflasyon sürerken bir yandan da ekonomik
durgunluk olması ve aynı zamanda işsizlik
oranının artması - tanımlamak için
"stagflasyon" terimi kullanılıyordu.
Enflasyon kendi kendini besliyor gibiydi.
Halk fiyatların sürekli artacağını beklediği
için da daha fazla mal almaya başladı. Artan
talep fiyatları, fiyatlar ücretleri,
ücretler fiyatları daha da yükseltti ve
durmadan yükselen bir sarmal doğdu. İş
sözleşmelerine yaşam standardına ilişkin
maddelerinin otomatik olarak konulması
giderek yaygınlaştı; hükümet te sosyal
güvenlik ödemeleri gibi belirli kalemleri
enflasyonun bilinen en iyi ölçütü sayılan
Tüketici Fiyat Endeksine bağlamaya başladı.
Söz konusu uygulamalar işçilerin ve
emeklilerin enflasyonla başa çıkabilmelerine
yarım etti ama enflasyonu da kalıcı konuma
getirdi. Hükümetin gittikçe artan gelir
gereksinimi bütçe açığını büyüttü ve daha
çok borçlanılmasına yol açtı ve bu da faiz
hadlerini yükselterek iş çevrelerinin ve
tüketicilerin yükünü daha ağılaştırdı.
Enerji maliyetinin ve faizlerin yüksekliği
yüzünden yatırımlar zayıfladı ve işsizlik de
huzursuzluk yaratacak oranda çoğaldı.
Çaresiz kalan Başkan Jimmy Carter
(1977-1981) hükümet harcamalarını arttırarak
ekonomik durgunluk ve işsizlikle savaşmaya
çalıştı ve enflasyonu durdurmak için gönüllü
ücret ve fiyat kontrolü yöntemleri
geliştirdi. Her iki konuda da başarısız
oldu. Enflasyonla savaşta belki bir parça
daha başarılı ancak dramatik olmayan atılım
yapılarak, aralarında havayolu, kara
taşımacılığı ve demiryolu şirketlerinin de
bulunduğu bazı endüstrilerde "düzenlemelerin
azaltılması"na gidildi.
Anılan endüstriler güzergahları ve taşıma
ücretleri hükümet tarafından denetlenerek
sıkı bir düzenleme altında tutuluyordu.
Düzenlemelerde yumuşama uygulaması Carter
yönetiminden sonraki yıllarda da
desteklendi. Hükümet 1980'lerde banka faiz
oranlarındaki ve şehirlerarası telefon
hizmetlerindeki düzenlemeleri gevşetti ve
1990'larda da yerel telefon hizmetlerindeki
düzenlemeleri yumuşatmaya başladı.
Bunlara karşın, 1979'dan başlayarak para
arzını sıkı bir denetim altında bulunduran
Federal Rezerv Kurulu enflasyonla savaştaki
en önemli öge oldu. Enflasyonun perişan
ettiği ekonominin gereksinim duyduğu paranın
tümünü vermeyi reddeden Federal Rezerv
böylelikle faiz oranlarını yükselmesine
neden oldu. Bunu sonucu olarak da tüketici
harcamalarında ve ticari kredi taleplerinde
büyük düşüşler görüldü. Kısa zamanda
ekonomide önemli bir daralma gerçekleşti.
1980'LERDE EKONOMİ
1982 boyunca ulus büyük bir daralma yaşadı.
İflaslarda bir önceki yıla oranla yüzde elli
artış görüldü. Tarım ürünleri ihracatı
azaldığı, ürün fiyatları düştüğü ve faiz
oranları yükseldiği için özellikle çiftçiler
büyük sıkıntıya uğradılar. Buna karşın,
hızlı daralma ilacı yutulması zor olmakla
birlikte ekonominin kapıldığı yıkıcı döngüyü
kırdı. 1983'e gelindiğinde enflasyon
yavaşlamış, ekonomi yeniden toparlanmış ve
Birleşik Devletler sürekli bir ekonomik
büyüme dönemine girmişti. 1980'li yılların
çoğunda ve 1990'larda yıllık enflasyon
artışı % 5'in altında kaldı.
1970'lerdeki ekonomik tepkilerin önemli
siyasal sonuçları olmuştu. Amerikan halkı
federal politikalara yönelik hoşnutsuzluğunu
1980'de Carter'i görevden uzaklaştırıp
yerine eski Hollywood aktörü ve California
valisi Ronald Reagan'ı başkan seçerek
sergiledi. Reagan (1981-1989) ekonomik
programını arza yönelik ekonomi kuramına
dayandırdı.
Anılan ekonomi kuramı halkın kazancının daha
büyük bir bölümünü kendisine ayırabilmesine
yol açması için vergi oranlarının
düşürülmesini öngörüyordu. Daha düşük vergi
oranları bireyleri daha yoğun ve daha uzun
süreli çalışmaya özendirir ve bu da giderek
daha çok tasarrufa ve yatırıma ve bu da daha
çok üretime yol açar ve genel ekonomik
büyümeyi teşvik ederdi.
Reagan'dan esinlenen vergi oranı indirimleri
genelde daha zengin Amerikalıların yararına
sonuçlar verdiyse de bunun dayandığı
ekonomik kuramda ileri sürüldüğüne göre,
yükselen yatırımlar yeni istihdam alanları
yaratılmasına ve daha yüksek ücretlere yol
açacağı için bu gelişmelerden daha düşük
gelirli bireyler de yararlanırdı.
Bunlara karşın, Reagan'ın ulusal gündeminin
temelinde federal hükümetin gereğinden fazla
büyüdüğü ve müdahaleci olduğu inancı
yatmaktaydı. 1980'lerde Reagan bir yandan
vergileri indirirken bir yandan da sosyal
içerikli programlarda büyük kesintiler
yapıyordu. Reagan görev süresi boyunca
tüketiciyi, işyerini ve çevreyi etkileyen
hükümet düzenlemelerini kısmak ya da tümüyle
ortadan kaldırmak için de çaba gösterdi.
Bunun yanı sıra, Vietnam Savaşı'ndan sonra
Birleşik Devletler'in silahlı kuvvetlerini
ihmal ettiğinden korktuğu için savunma
harcamalarının arttırılmasına çalıştı ve
bunda başarılı oldu.
Vergi oranlarının indirilmesi ile birlikte
askeri harcamaların da artması yüzünden iç
programlarda yapılan sınırlı kısıntılar
büyük ölçüde aşıldı. Bunun sonucu olarak,
federal bütçedeki açıklar 1980'lerin
başlarındaki ekonomik daralma dönemindeki
oranları bile geçti. 1980'de 74 milyar dolar
olan bütçe açığı, 1986'da 221 milyar dolara
yükseldi. 1987'de 150 milyar dolara düştü,
ancak yeniden yükselmeye başladı.
Bazı ekonomistler federal hükümetin
gerçekleştirdiği büyük harcamaların ve
borçlanmaların enflasyonu yeniden
canlandıracağından korktular; fakat, Federal
Rezerv Kurulu fiyat artışlarını denetleme
konusundaki duyarlılığını sürdürdü ve bir
tehdit görülür görülmez faiz oranlarını
hemen yükseltti. Federal Rezerv, Paul
Volcker ve ardılı Alan Greenspan'ın
yönetiminde ekonomik trafik polisliği baş
rolünü sürdürdü ve ülke ekonomisinin
yönlendirilmesinde hem Kongre'yi hem de
başkanı gölgede bıraktı.
1980'lerin başlarında hız kazanmaya başlayan
ekonomik iyileşme sırasında da sorunlar
görüldü. Özellikle küçük aile çiftlikleri
işleten çiftçiler yaşamlarını sürdürmekte
önemli güçlüklerle savaşmaya devam ettiler.
1986'da ve 1988'de ülkenin orta bölgelerinde
karşılaşılan ciddi kuraklık ve birkaç yıl
sonra oluşan büyük seller sıkıntıları daha
da arttırdı.
Bazı bankalar ve özellikle de tasarruf ve
kredi birlikleri denilen kuruluşlar,
üzerlerindeki denetimin kısmen azaltılması
üzerine sorumsuz bir borç verme kampanyası
sürdürdükleri için sıkı para politikaları ve
akıllıca olmayan kredi uygulamaları sonucu
büyük sıkıntıya düştüler. Federal hükümet bu
kuruluşların pek çoğunu kapatmak ve mevduat
sahiplerinin alacaklarını vergi
mükelleflerinin sırtından ödemek zorunda
kaldı.
1970'lerde ülkeyi sarmış olan ekonomik
hastalık, Sovyetler Birliği'ndeki ve Doğu
Avrupa'daki komünist rejimlerin çöktüğü
yıllarda başkanlık yapan Reagan ile ardılı
George Bush (1989-1992) döneminde yani
1980'lerde de tümüyle iyileşmedi. 1970'lerde
10 yılın yedisinde ticaret açığı gerçekleşti
ve bu açık 1980'ler boyunca daha da büyüdü.
Asya'da birer ekonomik dinamo gibi hızla
büyüyen ekonomiler Amerika'ya meydan okur
konumuna geldiler; özellikle, uzun vadeli
planlamaya ve şirketler, bankalar ve hükümet
arasında yakın eşgüdüme ağırlık veren
Japonya ekonomik büyümede alternatif bir
model gibi görülmeye başlandı.
Bu sırada Birleşik Devletler'de "şirket
baskıncıları" hisse senedi değerleri düşen
çeşitli şirketleri satın alıp ya belirli
işletmelerini satarak ya da parçalara
bölerek onları yeniden yapılandırıyorlardı.
Bazı durumlarda şirketler kendi hisse
senetlerini almak ya da baskıncılara ödemede
bulunmak için büyük paralar harcadılar.
Eleştirmenler bu çatışmaları endişeyle
izliyor ve baskıncıların iyi şirketleri yok
ettiklerini ve şirketlerin yeniden
yapılandırılması sırasında pek çoğu açıkta
kalan işçiler arasında huzursuzluk
yarattıklarını ileri sürüyorlardı. Buna
karşın diğer bazıları da baskıncıların ya
kötü yönetilen şirketleri devralıp
küçülterek yeniden karlı duruma
geçirdiklerini ya da onları satıp hisse
senedi sahiplerinin kar paylarını daha
üretken şirketlere yatırmalarını
sağladıklarını ve böylelikle de ekonomiye
anlamlı katkılarda bulunduklarını
söylüyorlardı.
1990'LAR VE ÖTESİ
1990'lar yeni bir başkanla, Bill Clinton'la
(1993-2000) başladı. Dikkatli ve ılımlı bir
Demokrat olan Clinton, kendinden önceki
başkanların belirli yaklaşımlarını dile
getirdi. Clinton, sağlık sigortasının
kapsamının genişletilmesine yönelik iddialı
önerisinin Kongre tarafından
yasalaştırmasını başardıktan sonra,
Amerika'da "büyük hükümet" döneminin sona
erdiğini ilan etti.
Belirli kesimlerde piyasa güçlerinin devreye
sokulmasına çalıştı ve Kongre ile işbirliği
yaparak yerel telefon hizmetlerinin rekabete
açılmasını sağladı. Sosyal yardım
ödemelerinin azaltılması konusunda da
Cumhuriyetçilerle işbirliği yaptı. Buna
karşın, Clinton her ne kadar kamu
çalışanlarının sayısını azalttıysa da
hükümet ülke ekonomisinde yaşamsal bir rol
oynamayı sürdürdü. Yeni Düzen döneminde
yaratılan yeniliklerin çoğunluğu ve Büyük
Toplum dönemindekilerin de pek çoğu olduğu
gibi kaldı. Enflasyonun yeniden başladığı
izlenimi yaratabilecek gelişmeleri yakından
izleyen Federal Rezerv sistemi de ekonominin
genel hızını düzenlemeyi sürdürdü.
1990'lar boyunca ekonomide de giderek artan
sağlıklı bir gelişme sağlandı. 1980'lerin
sonlarında Sovyetler Birliği'nde ve Doğu
Avrupa'da komünist rejimlerin çökmesi sonucu
ticaret olanakları büyük ölçüde arttı.
Teknolojik gelişmeler çok sayıda yeni ve
gelişmiş elektronik ürünler ortaya çıkardı.
Telekomünikasyon ve bilgisayarla haberleşme
ağı konusundaki yenilikler geniş bir donanım
ve yazılım endüstrisi geliştirdi ve pek çok
endüstrinin çalışma yöntemlerinde devrim
yarattı. Ekonomi hızla büyüdü ve şirket
gelirleri de büyük ölçüde arttı. Düşük
enflasyon ve düşük işsizlikle bir araya
gelen büyük karlar menkul kıymetler
borsasında patlama yarattı; 1970'lerin
başında sadece 1.000 olan Dow Jones Endüstri
Endeksi 1999'da 11.000'e yükseldi ve
böylece, herkesin değilse bile, pek çok
Amerikalının zenginliği arttı.
1980'lerde Amerikalılar tarafından bir model
olarak görülen Japon ekonomisi uzun süreli
bir daralmaya girdi ve bu gelişme de pek çok
ekonomistin gerçekte daha esnek, daha az
planlanmış ve daha rekabetçi Amerikan
yaklaşımının yeni ve küresel ölçüde
birleşmiş bir ortamda ekonomik büyüme için
daha iyi bir strateji oluşturduğu sonucuna
varmasına yol açtı.
Amerikan işgücü de 1990'larda belirgin bir
biçimde değişti. Uzun vadeli bir hale gelmiş
olan, çiftçi sayısının azalması eğilimi
sürdü. İşçilerin küçük bir kesiminin
endüstride kalmasına karşın büyük bir kesimi
de hizmet sektöründe mağaza
tezgahtarlığından mali planlamacılığa kadar
yayılan görevlerde çalışmaya başladı. Çelik
ve ayakkabı üretimi Amerikan endüstrisinin
temeli olmaktan çıktı ve bu endüstrilerin
yürümesini sağlayan bilgisayarlar ve
tasarımlar onların yerine geçti.
Ekonomik büyüme nedeniyle vergi gelirleri
yükseldikçe, 1992'de 290 milyar dolarla en
üst düzeyine erişmiş olan federal bütçe de
gittikçe küçüldü. Hükümet 1998'de, bebek
patlaması için gelecekte yapılacağı vaad
edilen Sosyal Güvenlik ödemeleri yüzünden
büyük bir borç altına girmiş bulunmakla
birlikte, 30 yıldır ilk kez bir bütçe
fazlası elde etti. Hızlı büyüme ile sürekli
düşük enflasyonun birlikte yürümesi
karşısında şaşıran ekonomistler Birleşik
Devletler'in geçmiş 40 yıldır edinilen
deneyimlere dayanılarak sağlanandan daha
hızlı bir ekonomik büyüme gösterme
kapasitesi bulunan bir "yeni ekonomi"ye mi
sahip olduğunu tartışmaya başladılar.
Sonunda Amerikan ekonomisi küresel
ekonomiyle o güne kadar görülenden daha
yakından bağlantılı bir konuma geldi.
Kendinden önceki başkanlar gibi Clinton da
ticaret engellerinin ortadan kaldırılması
için bir çaba sürdürdü. Bir Kuzey Amerika
Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) imzalandı
ve böylelikle Birleşik Devletler'le en büyük
ticaret ortakları olan Kanada ve Meksika
arasındaki ekonomik bağlar daha da
güçlendirildi.
Özellikle 1980'lerde büyük bir hızla büyüyen
Asya da önemli bir mamul mallar sağlayıcısı
ve Amerikan ihraç malları için de bir pazar
olarak Avrupa'ya katıldı. Dünyaya yayılan
çok gelişmiş telekomünikasyon ağları
sayesine dünya finans piyasaları birkaç yıl
öncesine kadar düşünülemeyecek bir ölçüde
birbirine bağlandı.
Çok sayıda Amerikalı küresel ekonomik
birleşmenin tüm uluslar için yararlı
olduğuna inanmakla birlikte gittikçe artan
karşılıklı bağımlılık bir takım
karışıklıklara da yol açtı. Birleşik
Devletlerin büyük başarı elde ettiği ileri
teknoloji endüstrilerinde çalışanların pek
iyi durumda bulunmalarına karşılık, genelde
işçiliğin ucuz olduğu çok sayıda yabancı
ülkenin rekabeti karşısında geleneksel
imalat endüstrilerinde ücretler azalma
eğilimi gösterdi. Daha sonraları Japonya'nın
ve diğer yeni endüstrileşmiş ülkelerin
ekonomileri 1990'larda duraklamaya
başlayınca küresel finans sisteminde şok
dalgaları oluştu. Amerikan ekonomik politika
yapımcıları yerli ekonominin gelecekteki
yolunu çizerken küresel ekonomik koşulları
göz önünde bulundurmak zorunda olduklarının
farkına vardılar.
Yine de Amerikalılar 1990'ları yenilenmiş
bir güven duygusu içinde bitirdiler. 1999
sonunda ekonomi Mart 1991'den beri sürekli
bir büyüme göstermişti ve bu da tarihteki en
uzun süreli barış dönemi gelişmesi oluyordu.
İşsizlik Kasım 1999'da yaklaşık 30 yılın en
düşük düzeyine indi ve yüzde 4,1 olarak
gerçekleşti. 1998'de sadece yüzde 1,6
(1994'ten beri bir yıl dışında en düşük
oran) yükselmiş bulunan tüketici fiyatları
ise biraz daha hızlı arttı (Ekim 1999'da
yüzde 2,4). Gelecekte pek çok tehlike ile
karşılaşılacaktır; fakat, ulus XX. Yüzyıl'ı
ve berberinde getirdiği çok büyük
değişiklikleri sağlıklı bir biçimde atlatmış
bulunmaktadır.